all-is-lost-filmdoktoruGeldik New York’taki limitli gösterim maratonununda izlediğim son filme. Özellikle “oyuncu kadrosu”yla daha ilk günden dikkatimi çeken izlemeyi dört gözle beklediğim filmlerinden biri olan son filmin en önemli özelliği yılın en iyi erkek oyuncu Oscar’ı dalındaki yarışı değiştirme ihtimali taşımasıydı. Ayrıca, işlediği konu itibariyle belki biraz bilindik ama işleyiş şekliyle oldukça orijinal olması da filmi benim gözümde daha izlenir kılan bir diğer özellikti. Bu yüzden “All Is Lost / Sona Doğru”yu şansım varken izlememek yanlış bir şey olurdu.

J.C. Chandor’ın yazıp yönettiği yılın fazlasıyla orijinal işlerinden biri olan “All Is Lost / Sona Doğru”, Robert Redford’un tek kişilik dev performansıyla öne çıkan yılın başarılı filmlerinden biri. Oldukça basit konusuna rağmen seyirciye sunduğu “gerçekçi” detaylarla kendini türünün diğer örneklerinden ayırmayı başaran filmde her şey o kadar yerinde bir şekilde ilerliyor ki, hayran kalıyorsunuz; fakat yukarıda da bahsettiğim gibi konunun sınırlılığı filmi ne yazık ki daha ileriye götüremiyor. Bunu da yazının ilerleyen bölümlerinden biraz da geniş bir şekilde açıklayacağım.

Robert Redford
Robert Redford

Yatının okyanusun ortasına bırakılan bir kargoya çarpması sonucu Hint Okyanusu’nun ortasında mahsur kalan bir adamın yaşam savaşınını anlatan film, açılışını ismi bahsedilmeyen ana karakterin etkileyici veda mektubuyla yapıyor. Bu sahnenin ardından suyun yata çarpma sesinden başka neredeyse hiçbir sesin ve konuşmanın duyulmadığı filmde izlediğimiz tek şey Redford’ın (ismi olmadığı için ünlü oyuncunun kendi ismiyle hitap edeceğim), sıradan yön bulma taktikleriyle hayatta kalma mücadelesi. Redford’ın neden Hint Okyanusu’nda olduğuna dair hiçbir bilgi verilmeyerek sadece hikayeye odaklanan yönetmen Chandor’ın bu tarz dokunuşları ise tek kelimeyle harikulade. Bu dokunuşlar arasında ana karakterin geçmiş hikayesi ve kendi kendine konuşması gibi klişelere yer verilmemesi de bulunmakta. Filmin zekice tasarlanmış 106 dakikalık süresi boyunca seyirciyi karakterin dramına ortak etmeyi muazzam bir şekilde başaran yönetmenin filmi tasarlayış şekli gerçekten alkışı hak ediyor. Karakterin nerede olduğunu bulmaya çalıştığı sahnelerden tuzlu sudan içme suyu yapmaya çalıştığı sekanslara kadar bir sürü gerçekçi detayın en azından bende fazlasıyla ıssızlık ve çaresizlik hissi uyandırdığını söyleyebilirim. Filmi izlerken kafamda ise tek bir soru işareti vardı: “Aynı durumda ben olsam ne yapardım veya ne kadar dayanabilirdim?”

Filmin en büyük mimarı ise yukarıda da bahsettiğim gibi kuşkusuz Robert Redford. Daha önce yönetmen dalında Oscar almış, erkek oyuncu dalında ise sadece bir kere Oscar’a aday olabilmiş 77 yaşındaki Redford’ın bu filmle Oscar alma şansı çok yüksek. Alırsa da açıkçası üzülmem. Redford gibi efsanevi bir oyuncunun oyuncu dalında Oscar almasının hem oyuncunun kariyeri hem de sinema tarihi açısından oldukça önemli olduğunu düşünüyorum; fakat Redford’ın yerinde başka bir efsanevi aktör (Al Pacino veya Robert De Niro gibi) de olsa bence aynı kalitede bir performans sergilerdi. Sonuçta hiçbir zaman abartıya kaçmayan, hiç konuşma geçmeyen ve sadece yüz mimiklerinin işlev gördüğü bir rolden söz ediyoruz. İşte bu yüzden Redford’ın yılın en iyi erkek oyuncu performansını sergilediği görüşünde değilim. Yılın en iyilerinden biri orası ayrı. Özellikle karakterin isyan etmesini ve karakterin yaşadıkları çerçevesinde yaşadığı hayal kırıklıklarını Redford fazlasıyla etkileyici bir şekilde ekrana yansıtıyor. Oscar adaylığını da kesinlikle hak ediyor. Bu arada, Alex Ebert’in müzikleri de filmde bir o kadar önemli yer kaplıyor.

Şimdi sürprizbozanlı bölüme girdiğim için yazının bu kısmını filmi izleyenlerin okumasını öneriyorum. Böyle korkunç bir durumda sıradan bir insanın yaşadıklarını etkileyici bir dille seyirciye sunan filmin karakter çözümlemeleri oldukça başarılı olsa da “Sona Doğru”nun sınırlı hikayesi filmi daha ileriye gidememesine neden oluyor; fakat bunun biraz da filmi yorumlama şekline bağlı olduğunu söyleyebilirim. Çünkü film boyunca aslında bir hayat alegorisi yapıldığını göz önünde bulundurursak Redford’ın sonunda klişe bir şekilde kurtulmadığını, hatta ışığın onun ölümünü temsil ettiğini düşünebiliriz ki, bu da filmin puanını benim gözümde biraz daha yükseltir. Açıkçası bu durumu daha iyi analiz edebilmek içi en yakın zamanda filmi tekrar izlemeyi planlıyorum. Sonuçta ben bu filmi “La vie d’Adèle – Chapitres 1 & 2 / Blue Is the Warmest Color / Mavi En Sıcak Renktir” ve “12 Years a Slave” güçlü gibi yapımlardan hemen sonra izledim. Ne demek istediğimi anladınız.

Robert Redford
Robert Redford

Yönetmen J.C. Chandor’ın bir adamın okyanusun ortasındaki hayatta kalma mücadelesini gerçekçi bir şekilde kaleme aldığı “All Is Lost / Sona Doğru”, limitli hikayesine rağmen yılın etkileyici ve orijinal filmlerinden biri. Filmi sırtlayıp götüren güçlü performansıyla öne çıkan Robert Redford’un Oscar’a ilk defa bu kadar yaklaştığını söyleyebiliriz. Kesinlikle kaçırılmaması gereken filmin alt metni ise yoruma açık.

Yönetmen: J.C. Chandor
Senaryo: J.C. Chandor
Oyuncular: Robert Redford
Orijinal Müzik: Alex Ebert
Görüntü Yönetimi: Frank G. DeMarco, Peter Zuccarini
Kurgu: Pete Beaudreau
Süre: 106 dk.
Ülke: ABD

NOT: B-

Yorumlar

Loading Facebook Comments ...