Woody Allen’ın yeni filmi “Blue Jasmine”in incelemesini oldukça geçe bıraktığımın farkındayım. Bu durum belki yoğun olduğumdan belki bu filmi çok da yazmak istememden kaynaklanıyor olabilir. Ama artık daha fazla geciktirmemin çok doğru olmadığını biliyorum, malum vizyonda biraz da olsa geç kalmış durumdayım. Ondan yazıya fazla uzatmadan hemen başlayalım.
“Rush / Zafere Doğru” eleştirisinde kariyeri ilginç olan yönetmenlerden bahsetmiş, hatta Ron Howard’ı da bunun en güzel örnek olduğunu söylemiştim. İşte yeri de gelmişken bu listeye bir isim daha eklemek istiyorum, o da Woody Allen. Bir yıl muhteşem bir filmle seyircinin karşısına çıkan ama bir sonraki yıl o kadar da başarılı olamayan filmlere imza atarak kariyerinin son çeyreğinde oldukça değişik bir matematiksel formül izleyen Allen’ın son bombası bildiğiniz gibi 2011 yılındaki harikulade “Midnight in Paris / Paris’te Gece Yarısı”ydı. Bir sonraki filmi “To Rome with Love / Roma’dan Sevgilerle” (2012) ile o kadar olumlu eleştiriler alamayan Allen, bu sene ise formülünden şaşmayarak yine seyirciyi güzel bir filmle başbaşa bırakıyor. Tabii filmin başarısının en büyük mimarı ise Allen’ın yönetimindeki Oscar’lı oyuncu Cate Blanchett.

Zengin kocası Hal (Alec Baldwin) tarafından defalarca aldatıldığını anlayan Jasmine (Cate Blanchett), öfkesine yenilerek kocasının sahtekarlıklarını FBI’a açıklar. Neden öfkesine yenilerek diyorum; çünkü kocasının yakalanması mal varlıklarının alınmasına ve Jasmine’i yaşadığı koşulların bin kat aşağısına düşmesine neden olur. Kocasının aldatması yetmiyormuş gibi bir de maddi açıdan zarara uğrayan Jasmine doğal olarak depresyona girer ve San Francisco’daki üvey kardeşi Ginger’ın (Sally Hawkins) yanına gitmeye karar verir. Yeniden hayata tutunmak için elinden geleni yapmasına rağmen içinde bulunduğu depresyon nedeniyle oldukça zor zamanlar yaşayan Jasmine’in kendini bulma yolculuğunda oldukça ilginç olaylar gerçekleşir. Bu sırada verdiği yanlış kararlarla hayatını bir türlü yerine koyamayan Ginger ise kendi sorunlarıyla mücadele etmektedir.
Woody Allen’ın senarist olarak yine kendini gösterdiği bir film olan “Blue Jasmine”in yılın başarılı bir şekilde kaleme alınmış en orijinal senaryolarından biri olduğuna şüphe yok. Hatta Allen’ın bir Oscar adaylığı daha alma şansı çok yüksek. Üvey de olsalar birbirlerini seven iki kardeşin hayatlarındaki zorluklara oldukça gerçekçi yaklaşımıyla dikkat çeken Oscar’lı yönetmenin gözlem yeteneğine hayran kalmamak elde değil. Özellikle Jasmine’in içinde bulunduğu durumla birden çok temayı ele almasını bilen Allen’ın üzerinde durduğu en önemli konu ise insanların hayatlarına yön veren alışkanlıkları oluyor. Tabii Allen’ın asıl başarısı ise olayları bir kadının gözünden gayet doğal bir şekilde seyirciye aktarabilmesi. Durumunu kabullenmekte zorlanan Jasmine’in insanlara anlattığı yalanlarda oğluyla olan bozuk ilişkisine kadar her şeyi ince bir titizlikle anlatan film, bir süre sonra meşhur Allen mizahının da işin içine girmesiyle tam bir karakter dramı haline geliyor. Tabii ana karakteri ve anlattığı konu itibariyle filmin seyirciye uzak kalması da muhtemel. Sonuçta Allen bu filmde olayları “Annie Hall”daki (1977) gibi hem erkek hem kadın gözünden anlatmak yerine sadece Jasmine üzerinden anlatmayı tercih etmiş. Bu da doğal olarak filmin her türlü seyirciye tam olarak ulaşamamasını sağlıyor. En azından benim için biraz öyle oldu.
Kamerasını Avrupa’dan tekrar Amerika’ya alan yönetmenin birbirinden farklı iki kadın karakteri anlatmasına rağmen her ikisinin de ortak özelliğinin yeniden aşkı aramaları olduğu dikkat çekiyor. Ginger, ilişki konusunda onca yanlış kararına rağmen hala hatalarından ders almadığını gördüğümüz filmde Jasmine ise hayatını kurtarmanın en kolay yolunun zengin birine aşık olmaktan geçtiğine inanıyor ki, doğruluk payı yok değil. İşte bu noktada karakterler arasındaki farkı seyirciye açık bir şekilde gösteren Allen, karakterlerin hikayelerini tamamlayan harika bir finalle de asıl bombayı patlatıyor. Tabii bu başarının en büyük mimarı kuşkusuz Cate Blanchett’in kariyerinin en güçlü performansını vermesi olsa gerek. Blanchett ilk dakikadan itibaren filmi resmen sahipleniyor. İnanılmaz doğal ve etkileyici bir performans. Kesinlikle Oscar adaylığı alması gereken Blanchett’in ödülü alması bile muhtemel. Hatırlarsanız Blanchett’in sadece 2004 yılında “The Aviator / Göklerin Hakimi” ile aldığı yardımcı kadın oyuncu Oscar’ı bulunuyor. Bu yüzden Akademi’nin Blanchett’i görmezden gelme ihtimalinin çok düşük olduğunu düşünüyorum. Kısaca ünlü oyuncunun bu sene Oscar’a yakın olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Bu arada Sally Hawkins de bir o kadar başarılı bir performans sergiliyor. Ayrıca, rolüne gerçekten çok yakışmış. Bu seneki yardımcı kadın oyuncu trafiğine göre adaylar arasında kendine bir yer bulursa şaşırmamak lazım.

Sonuç olarak Woody Allen’ın harika gözlemleriyle seyirciye başarılı bir karakter dramıyla başbaşa bırakan “Blue Jasmine”, Oscar’lı yönetmenin kendini senarist anlamında yine kendini gösterdiği yılın başarılı filmlerinden biri. Ana karakterleri ve konusu itibariyle filmin tüm izleyici kitlesine ulaşamayacağı bir gerçek, ama Cate Blanchett’in Oscar’lık performansı gerçekten izlemeye değer.
Oscar Ödülleri
- En İyi Kadın Oyuncu: Cate Blanchett
Oscar Adaylıkları
- En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu: Sally Hawkins
- En İyi Özgün Senaryo: Woody Allen
Yönetmen: Woody Allen
Senaryo: Woody Allen
Oyuncular: Cate Blanchett, Alec Baldwin, Peter Sarsgaard, Sally Hawkins
Görüntü Yönetimi: Javier Aguirresarobe
Kurgu: Alisa Lepselter
Süre: 98 dk.
Ülke: ABD
NOT: B-
Yorumlar