Baronun kızıyla aşk yaşadığı için şatodan kovulan Candid’in Leibniz’in felsefesi “olası dünyaların en iyisi”ni aradığı yolculuğu okuyucuya sunan “Candide”, Voltaire’in zekice kaleme aldığı fazlasıyla düşündürücü bir pikaresk eser. Cervantes’in “Don Quijote”sini andıran Candide’in Avrupa’dan Afrika’ya, Asya’dan El Dorado’ya kadar gittiği yolculukta karakterin başına gelen talihsizlikler ve talihsizliklerin bir talihe bağlandığı ilginç bir paradoksa tanıklık ediyoruz. Eserin ele alınış biçiminin Rebelais’in “Gargantua”sını veya Jonathan Swift’in “Güliver’in Gezileri”ni andırdığı hikayede Voltaire, Candid karakteriyle Leibniz’i eleştirir gibi bir tavır sergiliyor. Fakat bence yazarın asıl anlatmak istediği mutluluk ve hüzün döngüsünün hayatın bir gerçeği olduğu ve hayatı iyisiyle kötüsüyle kabul ederken kendi bahçemizi ekmeye devam etmemiz gerektiği. Bu şekilde bakıldığında oldukça anlamlı bir eser haline gelen “Candide”, karakterlerin başına gelen onca talihsizliğe rağmen bulundukları son duruma şükrettiği fazlasıyla optimist bir bakış açısı sunuyor. Leibniz’in savunduğu gibi her şeyin birbirleriyle bağlantılı olduğu şu dünyada yaşadıklarımız sebebiyle şu anda bulunduğumuzu hissettiren Candide”in en etkili yeri de bunları listelediği finali. Kitabın sonundaki Voltaire’in bilimkurgusal öyküsü “Micromegas” ise sadece mesajıyla değil aynı zamanda yapısıyla da zamanına göre oldukça ileride bir eser ve okunmayı hak ediyor.
Yorumlar