amour-poster-filmdoktoruFilmlerine alışılması new_york_film_festival_50zaman alan yönetmenler varsa Michael Haneke’nin kesinlikle bu yönetmenlerin başında geldiğini söyleyebilirim. Ve Haneke hakkında ders almış ve filmleri hakkında kompozisyonlar yazmış olduğumdan dolayı yönetmene alışmış olmasaydım, muhtemelen bu filmi de bu kadar beğenmezdim. İlk olarak “Funny Games / Ölümcül Oyunlar” (1997), “Benny’s Video / Benny’nin Videosu” (1992), “Code Inconnu / Bilinmeyen Kod” (2000) ve “Le Temps du Loup / Kurdun Günü” (2003) gibi zor filmlerini izleyerek tanıştığım, “Caché / Saklı” (2005) ile beğenmeye başladığım, “Das Weiße Band / The White Ribbon / Beyaz Band” (2009) ile sonunda tam puan verdiğim Haneke’nin bu seneki filmi de oldukça etkileyici.

Michael Haneke’nin bizzat bulunduğu ve bize ufak seminer verdiği 50. New York Film Festivali’nde izlediğim “Amour / Aşk”, yaşlılığı, hastalığı ve ölümü anlatan gerçekçi ve tüyler ürpertici bir dram. 65. Cannes Film Festivali’nde Altın Palmiye ile ödüllendirilen ve bu sene Oscar’larda Avusturya’yı temsil edecek olan film, Haneke’nin diğer filmlerine oranla daha duygusal. Klişe hastalık filmlerinin aksine hastalığın getirdiği mental ve fiziksel acıyı tam anlamıyla beyaz perdeye yansıtan Haneke, bizi “Beasts of the Southern Wild / Düşler Diyarı” (2012) filmi gibi tecrübe bile etmek istemeyeceğimiz bir durumun içine sokuyor. Haneke’nin itinayla yönettiği ve oyuncularının performanslarıyla öne çıkan “Aşk”, yılın iyi filmlerinden biri olmasının yanında aşırı derecede de depresif bir film. Uzun çekimleri ve ağır temposuyla da seyircinin beklentisini ve sabrını test eden filmi izlemek yönetmenin stiline alışılmadığı takdirde kolay değil.

amour-filmdoktoru2
Georges (Jean-Louis Trintignant)

Haneke’nin diğer filmlerinde de olduğu gibi burjuva bir ailede geçen “Aşk”, yaşları 80 civarı olan eski piano öğretmeni bir çiftin yaşla beraber gelen hastalıkla mücadelesini anlatıyor. Polislerin Anne’in (Emmanuelle Riva) ölmüş bedenini bulmasını göstererek açılış yapan film, Anne’in hastalığının ciddiyetini film başlamadan haber veriyor. İlerledikçe neler olup bittiğini anladığımız filmde Haneke, hayatımızı paylaşacağımız kişiyle hayatı nasıl sonlandıracağımızı düşünmediğimizi hatırlatırken, bizi kaçınılmaz gerçekle de yüzleştiriyor adeta. Hayattan herhangi bir beklentisi bulunmayan ve kendi haline sessiz bir hayat süren Anne ve Georges’un (Jean-Louis Trintignant) başta huzurlu bir yaşam sürdürdüklerini gösteren usta yönetmen, bu huzuru her zamanki gibi çok geçmeden Anne’in garip duraksamalarıyla bozuyor.

Bir kaç inme sonrasında ciddi bir felç geçiren Anne’in hastalık aşamalarına tanıklık ettiğimiz filmin en önemli yönü hastalığın hem hasta, hem de yakını üzerine olan fiziksel, duygusal ve mental etkilerini tüm çarpıcılığı ile anlatması. Anne’in yaşına rağmen oldukça güzel yüzünün hastalık ilerledikçe çöktüğü, Georges’un yüzünün de gitgide bir kağıt gibi beyazlaşmaya başladığı filmde Georges’un hayatta ona eşlik ettiği tek varlığı kaybetmek istememesindeki korkuyu seyircinin içine işliyor adeta. Sıkıntı ve kedere rağmen karısının bir dediğini iki etmeyen Georges’un Anne’i iyileştirme umutları ve de en önemlisi ona bakma çabası geleceği sorgulamamıza neden oluyor. Hiç kimsenin yaşamak istemeyeceği bu durumu dakika dakika içimize işleyen Haneke’nin seyircide yarattığı duygu ise hüzünden çok korku oluyor. Soluk ten rengi sinematografisiyle neredeyse ölümü andıran film, amacını gerçekleştirerek seyirciyi depresif bir moda sokmayı başarıyor.

Film aynı zamanda aile sevgisi ve partnerlerin birbirlerine karşı olan görevlerini işlerken, ötenaziyle saygın bir şekilde ölme kavramına da değiniyor. Anne’in hastalığı yüzünden kızına (Isabelle Huppert) görünmek istememesi, kızının gözünde kötü bir izlenim bırakmak istememesinden başka bir şey değil. Buna ek olarak Georges’un bu zor zamanlarda kızı dahil kimseden yardım istemeyip her şeyi kendi yapması da bunun başka bir göstergesi. Bu arada kızı Eva’nın annesi için endişelenmesi ve onu durmadan görmek istemesiyle de filmin aile temalarına dokunduğu belirtmek gerek. Öte yandan, karısının ölümü üzerine Georges’un Anne için çiçekleri itinayla kesmesi karısına olan -sonsuz- sevgi ve saygısını açık bir şekilde göstermekte.

Bu arada yönetmen Michael Haneke olur da film seyirciyi şok etmez mi? Her filminde olduğu gibi yine seyirciyi şok etmesini bilen Haneke, bir sahneyle de yürekleri ağızlara getiriyor. Ayrıca, Haneke’nin Avusturyalı besteci Franz Schubert hayranlığı “La pianiste / Piano Öğretmeni” (2001) filminde olduğu gibi bu filmde de mevcut. Bu arada Haneke’nin filmde seyircilerin piano resitali dinlemek için koltuklara oturduğu uzun sahneyle oldukça yeni ve garip bir an yaşattığını söyleyebilirim.

Jean-Louis Trintignant’ın Georges karakteriyle güçlü bir performans sergilediği filmde asıl oyunculuğu Emmanuelle Riva veriyor. Riva’nın Anne’in ızdırabını tam anlamıyla yansıttığı filmdeki ilginç detay ise Riva’nın felçli hastaları incelemeden bunu başarmış olması. Haneke’nin film sonrası verdiği seminerde bize bahsettiği üzere Riva’nın istememesi nedeniyle bizzat kendisinin hastaları incelemesiyle ortaya çıkan karakter, Haneke’nin ne kadar iyi bir yönetmen olduğunu tekrardan kanıtlar nitelikte.

amour-filmdoktoru1
Anne (Emmanuelle Riva)

Özetlemek gerekirse; senenin en güçlü, en iyi ve en kaliteli filmlerinden biri olan “Amour / Aşk”, aynı zamanda yılın en depresif filmi. Haneke’nin itinayla yönettiği, ölüm, yaşlılık ve hastalık üzerine gerçekten ağır ve izlemesi zor bir film olan “Aşk”, güçlü oyunculukları ve etkileyici anlatımıyla geleceği sorgulatmayı biliyor.

Oscar Ödülleri

  • Yabancı Dilde En İyi Film: Avusturya

Oscar Adaylıkları

  • En İyi Film
  • En İyi Yönetmen: Michael Haneke
  • En İyi Kadın Oyuncu: Emmanuelle Riva
  • En İyi Senaryo: Michael Haneke

Cannes Film Festivali Ödülleri

  • Altın Palmiye: Michael Haneke

Yönetmen: Michael Haneke
Senaryo: Michael Haneke
Oyuncular: Jean-Louis Trintignant, Emmanuelle Riva, Isabelle Huppert
Süre: 127 dk.
Ülke: Avusturya
Ortak Ülke: Fransa, Almanya

NOT: A

Yorumlar

Loading Facebook Comments ...