32. İstanbul Film Festivali’nin merak ettiğim filmlerinden biri olan “The Place Beyond the Pines / Babadan Oğula”, yönetmeni ve kadrosuyla 2013 için oldukça önem taşıyan filmlerden biriydi. Özellikle aşk ve sevgiye dair gerçekçi ve derin analizleriyle 2011’in başarılı yapımlarından biri olan “Blue Valentine / Aşk Küller”, Derek Cianfrance’i ismini daha geniş kitleler tarafından duyulmasını sağlamıştı. Cianfrance’in iki yıl sonraki merakla beklenen filmi için aynı şeyleri söylemek ise ne yazık ki zor. Çünkü bu sefer seyircinin karşısındaki hikaye “Aşk ve Küller” kadar etkileyici ve ilgi çekici değil.
Başrollerinde Ryan Gosling, Bradley Cooper ve Eva Mendes’in paylaştığı filmde kendi çerçeveleri içinde oldukça dürüst olan iki adamın parayla yozlaşma süreci anlatılıyor. Bunu yaparken karakterlerin hikayelerini kesiştirerek iki farklı hikayeyi, hatta üç farklı hikakeyi seyirciye anlatan Cianfrance, hikayelerin içerikleriyle ABD’nin belli kesimleri hakkındaki gerçekleri tüm çarpıcılığıyla önümüze seriyor belki, ama bu sırada filmin gücünü de gittikçe zayıflatıyor. İlk hikayede lünaparkta motorsiklet cambazı olarak çalışan Lucas’ın (Ryan Gosling) eski sevgilisi Romina’dan (Eva Mendes) çocuğunun olduğunu öğrenmesi üzerine tekrar ona geri dönme süreci işleniyor. Para olmadan ailesine bakamayacağını bilen Lucas’ın para kazanmak için bir hırsıza dönüştüğü filmde yollarının polis memuru Avery’le (Bradle Cooper) kesişmesiyle yeni bir hikaye başlıyor. Bu hikayede izlediğimiz şey de aynı paranın öteki yüzü misali dürüst Avery’nin kendi çıkarları ve ailesi uğruna yasa dışı yollar sayesinde senatörlüğe yükselişi. Üçüncü, yani tamamiyle gereksiz olduğunu düşündüğüm son hikayede ise hayatlarının gençlik dönemlerinde tesadüfen aynı lisede karşılaşan Avery’nin oğlu AJ (Emory Cohen) ile Lucas’ın oğlu Jason (Dane DeHaan) arasındaki ilişkiye odaklanılıyor.

Aynı üç bölümlük kısa hikayeler barındıran senaryosuyla dikkat çeken filmde “Touch of Evil / Bitmeyen Balayı” (1958) filmi etkilerinin bulunduğu harika “long take” çekimiyle başlayan ilk hikaye gerçekten çok başarılı. Ryan Gosling “Drive / Sürücü”yü (2011) andıran güçlü performansıyla öne çıktığı, teknik açıdan da bir o kadar başarılı olan bu bölümde ABD’nin küçük şehirlerindeki düşük gelirli vatandaşların yaşam savaşını gözler önüne seriyor. Yıkılmış umutlar ve yarım kalmış hayallere sahip olan bu insanların inançlarını yitirmeme uğraşlarıyla çakışan talihsizlikleri güzel bir şekilde işleyen Cianfrance, bir yaşında oğlu olduğunu yeni farkeden Lucas’ın filizlenen yaşam umutlarını tüm içtenliğiyle ekrana yansıtıyor. Parasızlık yüzünden Romina’nın Luke’a güvenememesi, Luke’un ise Romina’nın siyahi sevgilisine katlanamaması ana karakteri başta kesinlikle reddettiği hırsızlığa yavaş yavaş iterken, hayat şartlarının insanları neler yapmaya zorladığına da tanıklık ediyoruz. Luke’un oğlunun geleceği için düşüncesiz bir şekilde işlediği suçun aslında bencil bir geribildirime sahip olduğunu gördüğümüzde filmde yaşanan olayların Lucas’ın oğlu üzerindeki etkisi pek iç açıcı değil.
Filmin ikinci bölümü ise küçücük şeyleri abartmayı gelenek haline getiren insanların birey üzerinde yarattığı istemsiz yıkımı konu alıyor. Aynı yaşam şartlarına sahip olan polis memuru Avery’nin karıncayı bile incitmeyecek bir adamı yakalaması üzerine abartılan kahramanlığı, Avery’nin kişiliğini negatif açıdan etkilerken ailesiyle de arasının gitgide açılmasına sebep oluyor. Zamanla polis teşkilatının kirli işlerini farkeden Avery’nin kendi kurtarmak için şantajlara başvurması Avery’i kariyerinde aynı bir hırsız gibi çabucak ilerlemesini, bunun sonucunda ise yalancı ve bencil bir senatör haline gelmesini sağlıyor. Lucas gibi ailesini düşünerek verdiği yanlış kararın Avery’i üzerinde yarattığı etkinin Lucas’ın başına gelenlerden hiçbir farkı yok. Zaten filmin son bölümünde de görüldüğü üzere Avery’nin karısından ayrıldığına, oğlunun ise uyuşturucuya bulaştığına tanıklık ediyoruz. İlk bölüme göre daha zayıf bir tablo çizen bu bölümün filmin tonu üzerinde metaformoz başlangıcını pek beğendiğimi söyleyemeyeceğim.
Bradley Cooper’ın “Silver Linings Playbook / Umut Işığım”la (2011) yükselişe geçen kariyerinde güzel bir yere sahip olduğunu düşündüğüm “Babadan Oğula”nın üçüncü bölümü ise film için intihar niteliğinde. Filmin geneline hakim olan sıradanlığı daha da uzatan bu sahne, filmin süresini gereksiz yere 140 dakikaya çıkararak hikayenin tonunu tamamen değiştirmekle kalmıyor, seyirciye televizyon dizisi kıvamında bir seyir sunuyor. Ayrıca, bu bölümün filmin hızını daha da yavaşlatması da cabası. Bu hikaye her ne kadar paranın insanlar üzerindeki negatif etkisine dikkat çekse de aslında ebeveynlerin yaptığı hataların sonuçlarını çocuklarının çektiğini söyleyen filmde bu durumun etkili bir şekilde ekrana yansıtıldığını açıkçası düşünmüyorum. Bunun da en büyük sebebi Cianfrance’in parti ve okul sahnelerini gereksiz yere uzun tutarak filmin tonunu “gençlik” filmi havasına sokmasından kaynaklanıyor. Ve tabii Jason’ın Avery’nin fotoğrafını şans eseri görmesi gibi zorla hazırlanmış tesadüflerin de bunda etkisi büyük. Bana sorarsanız üçüncü hikayeye bu kadar fazla zaman ayrılmayıp ilk iki hikayeye daha zekice takviyeler yapılsaydı film hem kendini sıradanlıktan kurtarabilir; hem de seyirciye daha etkili ve daha sürükleyici bir seyir sunabilirdi.

Özetlemek gerekirse; yönetmen Derek Cianfrance’in kariyerinde geri adım gibi durmasına rağmen önemli toplumsal konulara değinen “The Place Beyond the Pines / Babadan Oğula”, güzel çekilmiş orta düzey bir film. Birbiriyle kesişen çok da ilginç olmayan üç hikayeden oluşmasından ötürü oldukça uzun olduğunu düşündüğüm filmdeki ilk hikayesi filmin en güçlü kısmını oluştururken son hikaye ise gereksiz bir uzatma çabasından öteye gidemiyor.
Yönetmen: Derek Cianfrance
Senaryo: Derek Cianfrance, Ben Coccio, Darius Marder
Oyuncular: Ryan Gosling, Bradley Cooper, Eva Mendes, Ray Liotta, Bruce Greenwood, Emory Cohen, Dane DeHaan
Orijinal Müzik: Mike Patton
Süre: 140 dk.
Ülke: ABD
NOT: C
Yorumlar