Hollywood’un belki de en büyük zararlarından biri yabancı yönetmenleri transfer etmesi olsa gerek. Çünkü her zaman olmasa da genel olarak doğurduğu sonuçlar çok iyi olmuyor. 32. İstanbul Film Festivali’nin merakla beklediğim filmlerinden biri olan “Stoker / Lanetli Kan” da açıkçası bu durumun son zamanlardaki en güzel örneği. “Oldboy / İhtiyar Delikanlı” (2003) filmiyle tanınan Park Chan-wook’un ilk ingilizce filmi olma özelliği taşıyan “Lanetli Kan”, Chan-wook’un sanatsal dokunuşlarına rağmen kendinden beklenileni vermeyen genel olarak başarılı bir yapım. Başrollerinde Mia Wasikowska, Nicole Kidman ve Matthew Goode’un oynadığı filmde Alfred Hitchcock esintileri filmin tamamına hakim olmuş durumda.
Alfred Hitchcock’un “Shadow of a Doubt / Şüphenin Gölgesi” filminin modernize edilmiş versiyonu olarak tanımlayabileceğim “Lanetli Kan”ın hikayesi üzerinde yapılan değişikliklere rağmen 1943 yılındaki klasikle neredeyse aynı. “Şüphenin Gölgesinde” olduğu gibi ana karakterin (bu hikaye adı Indie) ziyarete gelen hiç görmediği amcasıyla olan gizemli ilişkisine odaklanan filmdeki en büyük benzerlik amca karakterinin adının her iki filmde de Charlie olması. Filmi Hitchcock’un klasiğinden ayıran en önemli özelliği ise Charlie’nin (Matthew Goode), kardeşinin beklenmedik ölümü üzere Indie (Mia Wasikowska) ve annesi Evelyn (Nicole Kidman) ile yaşamak için evlerine gelmesi. Bu noktadan itibaren “Psycho / Sapık”taki (1960) duş sahnesi andıran Hitchcock’vari sahnelerle gerilim düzeyini ayarlayan film, Indie’nin Charlie’nin davranışlarından zamanla şüphelenmeye başlamasıyla eski klasikle aynı kulvara giriyor. Filmin bu noktadan itibaren tek farkı ise Chan-wook’un kendine has anlatılış stili ki filmin puanın yükselten en büyük etken de zaten bu.

“Şüphenin Gölgesinde”yle benzerlikleri olan hikayeyi yakından incelediğimizde “Lanetli Kan”ın Chan-wook’a göre çok da özgün bir film olmadığı açık bir şekilde görmek mümkün. Sanırsam Chan-wook, Hollywood macerasına Alfred Hitchcock’a saygı duruşu niteliğinde bir filmle başlamak istemiş ki, “Prison Break”la tanınan Wentworth Miller’ın yazdığı bu senaryoyu kabul etmiş. Yukarıda da bahsettiğim gibi Hitchcock izlerinin fazlasıyla bulunduğu filmin en önemli artısı ise Chan-wook’un tekniği. 360 derecelik kemer çıkarma sahnesi gibi artistik çekimlerin bulunduğu filmde örümcek sahnesi gibi metaforik öğeler de bulmak mümkün; fakat bunlar ne yazık ki filmi Chan-wook’un kariyerinde üst sıralara taşımak için kesinlikle yeterli değil; çünkü film boyunca fazlasıyla düşündüren ve ister istemez büyük anlamlar yüklediğiniz metaforlar şaşırtmayan finaliyle düşündüğünüz kadar büyük ve önemli olmadığı ortaya çıkıyor. Filmin sonunda elinizde kalan tek hatırlamaya değer şey ise örümcek metaforu oluyor. Öte yandan, Indie’nin küçük desibeldeki sesleri duyabilme yeteneği gibi fantastik öğelerin de filme pek uyduğunu düşünmüyorum. Özellikle Indie’yle amcası Charlie’nin arasındaki telepatik bağ ve Charlie’nin tümüyle doğaüstü güçleri hikayenin gücünü fazlasıyla zayıflatmış. Bu arada, yönetmenin diğer filmlerine göre daha hafif kalmasına rağmen “intikam” temasını sürdüren filmde kullanılan hızlı kurgu da zaman zaman rahatsız edebiliyor.
Güney Kore sinemasının teknik açıdan tipik özelliklerini taşıyan filmin bir diğer önemli problemi de karakterlerin yaratılan gerçekçi dünyaya göre fazla yapay olması. Mia Wasikowska ve Matthew Goode’un senaryo nedeniyle karakterlerine aynı birer robot gibi canlandırdığı filmde herhalde en insana yakın karakter Nicole Kidman’ın hayat verdiği Evelyn Stoker olsa gerek; çünkü filmde diğer karakterlerin tepkileri gerçekten fazlasıyla yapay. Açıkçası buzdolabında ceset görüp hiç tepki vermeyen Indie’yi ve ne olursa olsun yüzünden gülümsemeyi eksik etmeyen Charlie’yi oynamak için herhangi bir yeteneğe sahip olunması gerektiğine inanmıyorum. Bu arada, Kidman ise “The Paperman / Gazeteci Çocuk”la (2012) yakaladığı çıkışına devam ediyor, ama tabii ki beklentilerinizi yüksek tutmamanızda fayda var. Öte yandan, Chan-wook’un kamera açıları ve hikaye anlatış tarzıyla kült bir film olma özelliği taşıdığına inandığım filmin gizli bir çekiliciği olduğu ise aşikar. Bana kalırsa Clint Mansell’ın “In Full Bloom” gibi büyülü bestelerinin bunda payı oldukça fazla. Ayrıca, Nancy Sinatra ve Lee Hazelwood’un seslendirdiği “Summer Wine” gibi parçaların kullanıldığı filmde Emily Wells’in film için bestelediği “Becomes the Color” parçası ise şimdiden yılın en iyi film şarkıları listemde yerini ayırdı.

Sonuç olarak Alfred Hitchcock’un “Şüphenin Gölgesi” filmiyle benzerlikler taşıyan hikayesinden çok Park Chan-wook’un stiliyle öne çıkan “Stoker / Lanetli Kan”, Clint Mansell ve Emily Wells’in etkili müzikleriyle kült olma özelliği taşıyan genel olarak başarılı bir film. Yönetmenin “intikam” temasını sürdürmesine rağmen metafizik olaylarla etkisini yitiren filmin en önemli problemi ise karakterlerinin tekdüze olması.
Yönetmen: Park Chan-wook
Senaryo: Wentworth Miller, Erin Cressida Wilson
Oyuncular: Mia Wasikowska, Nicole Kidman, Matthew Goode, Jacki Weaver
Orijinal Müzik: Clint Mansell
Süre: 99 dk.
Ülke: ABD
NOT: C
Yorumlar