Yazıya nasıl başlayacağımı açıkçası bilmiyorum. Üzerinden günler geçti ama ben etkisinden hala çıkamadım. Üstelik ilk hafta iki gün üst üste izlemiş olmama rağmen. İşin garip tarafı ise içimdeki bir daha izleme isteğinin bir türlü bitmemiş olması.
Christopher Nolan, “Interstellar / Yıldızlararası” projesini bir buçuk yıl önce açıkladığındaki heyecanımı anlatamam. O zamandan beri dört gözle beklediğim filmin fragmanı ilk çıktığında ise nerede bulunduğumu önemsemeden büyük bir heyecanla izlemiş ve beğenmiştim; fakat Nolan’ın bu sefer fragmanda film hakkında pek bir şey göstermemesinin birçok izleyici de hoşnutsuzluk yarattığına tanıklık ettim. Hatta bir ara, daha görücüye çıkmayan filmin yerin dibine sokulduğunu gördüm. Gel gelelim durum tabii ki böyle olmadı ve Nolan yine seyirciye muazzam bir film sunarak yapacağını yaptı. Değeri yıllar sonra daha da fazla anlaşılacak bir modern başyapıta imza atan usta yönetmenin yeni nesile ilham kaynağı olacak yıldızlararası macerası ağır bilimsel metniyle bir yandan seyirciyi zorlarken, daha önce tanıklık etmediğimiz bir uzay macerasına hiç olmadığı kadar gerçekçi bir şekilde bakma şansı veriyor. Bu arada, yazının bundan sonrasında bazı sürprizbozanlara başvurabilme ihtimali bulunduğundan yazıyı filmi izleyenlerin okumasını öneririm.

“Yıldızlararası”, Christopher Nolan’ın “The Prestige / Prestij” (2006) zamanlarına dönüş niteliğinde aslında. Bütçe olarak tabii ki kıyaslanamaz ama alt metni ve hikayeyi işleyiş tarzıyla filmdeki “Prestij” havası dikkatli bakıldığında ortaya çıkıyor. Zaten eleştirmenlerin ikiye bölünmelerinden bile benzerlik yakalamak mümkün. Her filmini en ince ayrıntısına kadar tasarlayan ve “ana” tema olarak belli olguların üzerinden giden Nolan’ın bu filminin temaları evrenin belki de en güçlü öğeleri olan “sevgi” ve “zaman”. Matthew McConaughey’nin kariyerinin en iyi performanslarından birini verdiği filmin başrollerinde Mackenzie Foy, Anne Hathaway ve Jessica Chastain; yardımcı oyuncu kadrosunda ise Michael Caine, Casey Affleck, Wes Bentley, Ellen Burstyn ve Oscar’lı sürpriz bir isim bulunmakta. Bu arada, filmin sadece bir bilim belgeseli olmadığını düşünürsek bilimsel teoremlerin bilim kurgu filmlerinin gerektirdiği düzeyde belli bir kurgu içerisinde seyirciye sunulması kadar normal bir şey olamaz. O yüzden bilim kurgu filmlerindeki olası bilimsel hatalarının hiçbirinin filmin kalitesini ölçmek için bir araç olduğuna inanmıyorum. Ayrıca, yönetmenlerin, özellikle auteur olanların filmlerinde her şeyi açıklamak zorunda olduğuna inanmayan biri olarak Nolan’ın seyircinin yorumuna bıraktığı noktaların da kıstas olduğunu düşünmüyorum. Nolan bunu her filminde yapıyor ve her şeyin açıklanması gerektiğine dair geçmişten gelen alışkanlığın bu durum üzerinde problem yarattığına tanıklık ediyorum. Açıkçası filmde nasıl bu hale geldiğiyle ben bir gram bile ilgilenmediğimi söylemeliyim; bir Shakespeare oyununda sahne açılır ve oyun olmuş olan olaylar üzerinden ilerler. Ve ben de seyirci olarak gerçekten çok merak ettiğim yerlerin üzerinde düşünerek bu boşlukları kendi hayal gücümle doldururum.
Gıda sıkıntısından yok olma tehlikesiyle karşı karşıya kalan bir dünyayı seyirciye sunan “Yıldızlararası”, üst metinde bir grup uzay kaşifinin dünyamıza alternatif bir dünya arayışını konu alıyor. Nolan’ın imza niteliğindeki eşini kaybetmiş ana karakteri ise bu filmde kızını her şeyden çok seven eski NASA pilotu ve mühendis Cooper (Matthew McConaughey). Kızı Murph’ün (Mackenzie Foy) hayalet olarak adlandırdığı yerçekimine dayalı bir anormalliği çözen Cooper’ın kendini gizli NASA üssünde bulması karakteri hayatının en büyük kararını verme aşamasına getiriyor. 48 yıl önce Satürn’ün yanında bir solucan deliği bulunduğunu öğrenen Cooper’ın kızını ve oğlunu onları gelecekte bekleyen işkenceden kurtarmasının tek yolu ise bu deliğin açıldığı galaksiye giderek alternatif bir dünya bulmak; çünkü aksi takdirde yeni gezegende koloni oluşturma ve dünyadaki insanları geride bırakma planı olan Plan B hazırda beklemektedir. Gelmiş geçmiş en iyi pilotlardan olmasının yanında kızına olan düşkünlüğü nedeniyle bu zor görevi kabul eden Coop’un görelilik kuramına göre zaman daha yavaş akacağından kendini bir korkunç bir yarışın içerisinde bulur. Ondan önce yaşlanacak olan kızını belki de bir daha hiç görememe ihtimali bulunan ana karakterin bundan sonra artık her saniyesi daha da değerli hale gelir.

Christopher Nolan’ın karakterlerinin psikolojisini yine derinden ele aldığı “Yıldızlararası”nın alt metninde aslında insanoğlunun zamanın kıymetini bilemediğinin metaforu yapılıyor. Çocuklarının hayatları için belki de yıllarca sürecek uzay yolculuğuna gitmek zorunda kalan Cooper, ailesinin geleceğini sağlamak için onlardan uzak ciddi bir iş teklifini kabul eden bir baba figürü olarak seyirciye sunulmakta. Ebeveynlerin çocuklarının geleceği uğruna hayatlarında ciddi ikilemlerde kaldıklarının altını çizen Nolan, hayatta hiçbir şeyin 1 veya 0, evet ya da hayır olmadığına dair olan felsefesini bu filmde de devam ettiriyor. Coop’un çocuklarının en güzel anlarına tanıklık edemediği gibi kötü zamanlarında da yanlarında olamadığını; kısaca çocuklarıyla geçirdiği vaktin her şeyden daha değerli olduğunu çok geç de olsa farkettiği ve bunun pişmanlığını mükemmel bir şekilde tasarlanmış hiperküp/S.T.A.Y (beşinci boyut) sahnesinde yaşadığı filmde zamanın ne kadar değerli bir kavram olduğu bu sefer bir ilki gerçekleştirerek bilimsel bir metaforla ekrana taşındığını görüyoruz. McConaughey’nin adeta kendini parçalayarak Oscar adaylığını hak ettiği bu sahnede Coop’un “Gitmeme izin verme Murph!” çıklıkları adeta yüreğinize işliyor. Nolan burada inanılmaz bir kompozisyona imza atmış resmen. Hatırladıkça hala tüylerimin diken diken olduğunu ve gözlerimin yaşardığını söylemeliyim. Kısaca Cooper’ın burada ailesi için kendini işine adayan ve bunun yüzünden ailesine vakit ayıramadığından pişmanlık duyan bir babayı canlandırdığını söyleyebiliriz. Bu arada, bu baba figürü aynı zamanda kaybedilmiş bir bireyi de temsil edebiliyor olabilir ki yukarıda bahsettiğim durumu da “insan kaybı” olarak nitelendirmek mümkün. Bunu da bir sonraki paragrafta elimden geldiğince açıklayacağım.
Coop’un çocuklarına dair duyduğu “sonsuz sevgi”si yüzünden böyle bir karar vermek zorunda kaldığı filmde Nolan’ın tüm bunları çocuklar tarafından da ele alması filmin duygusal tonuna zemin hazırlayan en büyük etken. Coop’un onlar için yaptığı fedakarlığı ne yazık ki anlayamayan Murph ve Tom’un (Timothée Chalamet) babalarına karşı süren yıllar boyunca süren nefret ile sevgi arasında kalan hislerine ve davranışlarına tanıklık ediyoruz. İnsanları yargılamadan önce onları anlamanın gerektiğini ve anlayamadığımız süre içerisinde de zamanın değerini bilemediğimizi vurgulayan Nolan, aile bireyleri arasındaki gereksiz küslüklere dikkat çekerken, bireyler arasındaki bağın “zaman” ve “mekan”ın (farklı galaksilerin) ötesine gidebilen tek şey olan sevgi sayesinde güçlenebileceğini duygusal ve mecazi bir dille bizlere sunuyor. Ve bunun da insanların arkalarında bıraktıkları en büyük miras olan kitapları ve kişisel eşyalarıyla olduğunun belirtilmesi filmin duygusal tonunu bir üst seviyeye taşıyor. En azından beni gerçekten derinden etkilediğini söyleyebilirim. Asıl zaman yolculuğunun nesilden nesile geçen kitaplarla yapıldığını belirten Nolan kardeşlerin kişisel eşyalarla da anıların önemini vurguladığını söylemek mümkün. Filmde yıllar önce babasının niye gittiğini anlayamadığı için kızgın olan ve konuşmayan Murph’un zamanla konuşmaya başlamasıyla babasını anlamaya başlaması çok zor olmuyor. Arkasında bıraktığı kitapları ve o biricik saatiyle Cooper’ın nerede olursa olsun Murph’un (Jessica Chastain) içinde yaşamayı sürdürdüğü “Yıldızlararası”ndaki asıl zaman yolculuğu da bu metaforun ta kendisi. Tabii burada “fikir” kavramanın da sonsuzluğa erişebildiğini belirtmek gerek. Nolan’a göre anılarımızı terk etmenin sevdiklerimizi terk etmekten hiçbir farkı yok ve sevdiklerimizin fikirleri sadece ve sadece anılar ve hatıralar sayesinde yaşamayı sürdürmekte; yani bir bakıma zamanın ötesine geçmekte.

“Sevgi” temasını hassas ve kapsamlı bir şekilde işleyen filmin önemli bir diğer noktası da sevginin insana neler yaptırabildiğini tüm olasılıklarıyla ele alması. Kızının hayatı için her şeyi yapmaya göze almış bir baba figürü olan Cooper’la bunu zaten gösteren Nolan’ın filmde aslında iki farklı baba figürünü bize sunduğuna dikkat etmek gerek. Bunlar da biri zaten yukarıda bahsettiğim gibi kızını kurtarmak için her şeyi yaparken kimsenin zarar görmesini istemeyen Cooper, diğeri ise kızının yaşaması için başta kendi kızı Brand (Anne Hathaway) olmak üzere tüm insanlığa yalan söyleyerek onları ölüme bırakan Profesör Brand (Michael Caine). İnsanlığı kurtaracak yerçekimi denklemini yıllar önce bitirmiş olmasına rağmen başarısız sonucu herkesten saklayan baba Brand’in bu durumuyla ahlaki değerleri sorgulatmayı başaran Nolan, sevdiği kişiyi kaybetme korkusuna her filminde olduğu gibi burada da değiniyor. Sevgi manipülasyonun kurbanı Profesör Brand ile Murph arasında geçen itiraf sahnesindeki korkutucu ve çaresiz atmosferi uzun süre unutacağımı sanmıyorum. Michael Caine’in muhteşem bir performans sergilediği bu sahnede bir babanın bir yandan kızını kurtarmak için olan son çırpınışların, diğer yandan ise korkunç kararından kaynaklı pişmanlığını tanıklık etmek bende gerçekten şok etkisi yarattı. Bu arada, her ne kadar yukarıda iki baba figüründen bahsetsem de Cooper’ın oğlu Tom’un (Casey Affleck) da aynı Brand ve Cooper gibi bir baba figürü olduğu gerçeği yadsınamaz. Ailesini tozlu diyardan götürmenin onlar için kötü olduğunu bir türlü anlayamayan Tom, aynı babası gibi ailesinin iyiliği adına büyük bir karar veriyor. Bu aslında yanlış olduğunu anlayamadığı kararı vermesindeki tek neden ise tabii ki oğluna olan büyük sevgisi. Ayrıca, Tom’un oğlundan önce doğan kızı Jesse’nin ölümünü yaşadığını belirtmekte fayda var.
İşlediği temaların birden fazla türünü seyirciye sunarak kapsamlı senaryolara imza atan Nolan’ın bu filmde de sevginin sadece ebeveyn sevgisiyle sınırlı bırakmadığı gözden kaçmıyor. Açıkçası ben Nolan’ın Hathaway’in başarılı performansıyla hayat bulan Brand karakteriyle sevginin aşk tarafını ele almasını oldukça yerinde buldum. Karakterin sevdiğine kavuşabilmek adına yaptığı “yıldızlararası” yolculuk başlı başına bir metafor. Bu arada, göz kamaştırıcı prodüksiyon tasarımıyla öne çıkan buzlu gezegen sahnesindeki Dr. Mann karakterini de unutmamak lazım. Kendini kurtarmak adına inandığı her şeyi feda etmeye hazır karakterin içinde bulunduğu hayatta kalma içgüdüsüyle insani erdemleri tekrardan gözden geçiriyoruz. Filmdeki bu kısmın John Huston’ın “The Treasure of Sierra Madre / Altın Hazineleri”ni (1948) hatırlattığını söylemeliyim. Aynı filmde verilen Newton’un üçüncü kanunu örneğinde olduğu gibi: “Arkada bir şey bırakmadan bir yere gitmek mümkün değildir.”
Bugüne kadar hiç olmadığı kadar gerçekçi, etkileyici ve mistik bir şekilde tasarlanan kara delik ve solucandeliği modelleriyle görsel efektte çığır açmayı başaran filmde bu modellerin bir yandan da hayatın bize sunduğu fırsatların birer metaforu olduğunu söylemek gerek. Jonathan Nolan’ın daha sonra kendi de bahsettiği gibi hayatta karşımıza çıkan fırsatların ne zaman ve nasıl çıkacağını bilmek mümkün olmamakla beraber atacağımız adamın nasıl bir sonuç doğuracağına da kestirmek mümkün değildir. Aynı ansızın beliren solucandelikleri veya kara delikler gibi. Önemli olan bu riski alacak cesarete sahip olmak. Filmdeki karakterlerin Nolan’ın her filminde olduğu gibi geçmişiyle barışık olmayan karakterler (Brand’in eski aşkını unutamaması, Cooper’ın kararından pişman olması, Murph’ün babasını affedememesi vb.) olduğunu düşünürsek karakterlerin fırsatları değerlendirip yollarına devam etmesi bu objelerle resmediliyor. Örnek olarak Cooper bu riski geç de olsa alarak hata olarak düşündüğü kararından dönerken, Brand kara delikten geçmeyerek geçmişe takılı kalıyor ve Edmund’un gezegenine ulaştığında her şey için çok geç kalmanın verdiği hüznü derinden yaşıyor.

Kendi felsefesini ünlü fizikçi Kip Thorne’un da yardımıyla kuantum fiziği, paralel evren, zaman yolculuğu ve görelilik kuramı gibi kavramlarla harmanlayarak bilim kurgu sinemasına yeni bir soluk getiren Nolan, bilim ile kurgu arasındaki dengeyi o kadar güzel ayarlıyor ki ortaya yeni bir başyapıt çıkıyor ister istemeden. Bunu yaparken Stanley Kubrick’in başyapıtı “2001: A Space Odyssey / 2001: Bir Uzay Destanı” (1968), George Lucas’ın şaheseri “Star Wars / Yıldız Savaşları” (1977) ve yine başka bir başyapıt olan Ridley Scott’un “Alien / Yaratık”ı (1979) gibi filmlerin minyatür tekniğini kullanması filmi nostaljik bir havaya sokarken, CGI’dan (görsel efekt) bıktığımız şu yıllarda en azından bende ilaç etkisi yarattı. Özellikle minyatürlerin veya maketlerin sağ köşesindeki kameralar yardımıyla çekilen uzay gemilerine tek kelimeyle bayıldım. Uzun süredir hiç böyle bir efekt doyumu yaşamamıştım. Görsel efektlerin şaşırtıcı derecede minimum düzeyde kullanıldığı ve kullanıldığı yerlerde de mükemmel olmasından dolayı görsel efekt gibi hissedilmediği filmde yaratılan beşinci boyut/hiperküp, yani “tesseract” sahnesi ise tek kelimeyle inanılmaz. Açıkçası yılın en iyi ve en yaratıcı sekanslarından biri olduğunu rahatlıkla söyleyebilirim. Zamanın beşinci boyutta üç boyutlu olarak tasvir edildiği “tesseract”ı gelecekteki “gelişmiş” insanlar (onlar) tarafından yaratılan bir zaman yolculuğu aracı olarak görüyoruz. Şimdiki zamanda gerçekleşen eğer varsa metafiziksel olayların yoksa başımıza gelen büyük olayların aslında gelecekteki insanların “yerçekimi” sayesinde “paralel evrendeki şimdiki zaman”a olan etkileşimlerinden kaynaklandığı gibi ilginç bir noktaya parmak basıyor. Aynı Newton’ın başına elma düşmesi gibi. Düşündükçe daha da etkilendiğim bu sahnenin beni fazlasıyla duygulandırdığını da söylemeliyim.
Temeli iyi atılmış bir ilk yarıyla filmine açılış yapan Nolan’ın özellikle Cooper ile Murph arasındaki ilişkiye gerçekten sağlam bir zemin hazırlamış. Aceleye getirmeden sakin bir anlatımı tercih eden yönetmenin bu tavrını tüm filmde de izlemek mümkün. Ama özellikle ikisi arasında geçen sahnelere inanılmaz detaylar eklendiği gözle görülür bir gerçek. Bunlardan mısır tarlasındaki hava aracı kovalama sahnesi teknik açıdan da bir o kadar etkileyici. Nolan’ın dinamik kamerayı zaman zaman kesmeden kullanması, hatta önlerine çıkan araca çarpmamak için yapılan manevranın kesintisiz bir şekilde sunulmasına hayran kaldım. Ses efektlerini sanki aracın içindeymişiz hissi vererek kullanması da cabası. Mackenzie Foy’un performansıyla gözleri üzerine çektiği filmde Murph ile Cooper’ın ayrılma sahnesi ise metaforik bir şekilde bağlanarak yine beni derinden etkileyen sekanslardan biri oldu. Cooper’ın kamyonetinin ayrılmasını sağ çaprazdan çekerek araca roket havalanması benzetmesi yapan Nolan, görüntü üzerine eklediği geri sayımla sahneyi fazlasıyla derin hale getirmiş. Ve sahnenin alışagelmişin dışına çıkarak bir anda uzay aracın içinde devam etmesi de hoş bir yenilik olarak göze çarpıyor.

169 dakikalık uzun süresine rağmen hiçbir dakikanın boşa harcanmadığı filmin uzaya gitmeleriyle beraber başlayan ikinci yarısı ise sinema tarihine geçecek sahnelerle seyirciye gerçek bir film keyfi sunmakta. İlk gezegendeki dalga sahnesi gibi Nolan estetiğinin görüldüğü sahnelerin bulunduğu filmin ve yılın tartışmasız en iyi sahnesi ise kuşkusuz Dr. Mann’in gezegeninden kaçışla başlayıp Endurance’a bağlanmasıyla son bulan o mükemmel ötesi sahne. Hans Zimmer ve Christopher Nolan’ın karşışıklı şov yaptığı bu sahneyi açıkçası sonsuza kadar izleyebilirim. “2001” referanslarının rahatlıkla görüldüğü, heyecan düzeyinin maksimuma çıktığı sahnede klasik Nolan kurgu şöleninin tadını çıkarmaya başlıyorsunuz. Tabii bunların hepsinde Wally Pfister’ın elinden görüntü yönetmenliği alan Hoyte Van Hoytema’nın katkısı gerçekten fazla. Başta hiperküp ve uzay sahnelerinde olmak üzere ortaya fazlasıyla estetik sahneler çıkartmayı başaran ve harikulade ışıklandırmalara imza atan Hoytema, yılın en iyi görüntü yönetmenliğine imza atmayı başarmış.
Nolan’ın her filminde olduğu gibi Lee Smith’in yine harika bir kurguya imza attığı filmde hayran kaldığım bir diğer sahnede zaman göreliliğine göre 23 yıllık bir süreçten gelmiş Cooper’ın Endurance’da çocuklarının görüntülerini izlediği sahneydi. Cooper’ın adeta 23 yıl birden yaşlandığı bu sahnede McConaughey tek kelimeyle inanılmaz. Oscar’lı aktör tartışmasız yılın en iyi erkek oyuncu performanslarından biri veriyor. Umarım Oscar’larda bu sene hakkı yenmez. Bu sahnenin hemen öncesinde 23 yıldır insan yüzü görmeyen Romilly’nin (David Gyasi) Cooper ve Brand’i gördüğünde sevinip sarılmak istemesi ama Cooper’ın bunu farketmemesi de hoşuma giden detaylardan. Ve tabii son olarak filmin finalindeki Murph (Ellen Burstyn) ile Cooper arasında geçen o gözyaşlarıma hakim olamadığım duygusal sahneyi belirtmek gerek. Baba sevgisini mükemmel bir şekilde özetleyen “çünkü babam söz vermişti” diyaloğu beni mahvetti.
Bu arada Hans Zimmer demişken Oscar’lı müzisyen tek kelimeyle mükemmel bir film müziğine imza attığını söylemeliyim. Organ kullanımıyla (“No Time For Caution“, “Day One Dark” ve “Mountains“) neredeyse artık Bach’lığını ilan eden Zimmer, seyirciyi gerçekten yıldızların ötesine götürmeyi başarıyor. Bestelediği duygusal ana tema müziğini (“First Step“ ve “Cornfield Chase“) oğluna yazdığı bir sevgi mektubu olarak tasvir eden Zimmer, filmin duygusallık derecesini belirleyen en önemli unsur haline geliyor. “Message From Home” ve “S.T.A.Y“ besteleriyle karakterlerin içinde bulunduğu yalnız ve çaresiz durumu iliklerimde hissettim. Ve tabii “No Need To Come Back“le saf korkuyu… Dinledikçe tüylerim ürperiyor. Solucandeliğinin o mistik ve dünyevi olmayan havasını sanki ben içine giriyormuşum gibi bana hissettiren “The Wormhole“ adlı besteyi de unutmamak lazım.
Nolan’ın da özellikle altını çizdiği gibi Andrei Tarkovsky’nin “Solyaris / Solaris” (1972) ve “Zerkalo / The Mirror / Ayna” (1975) eserlerinin etkilerine rastlandığı filmdeki asıl göndermeler tabii ki Nolan’ın en sevdiği filmlerden bir olan “2001: Bir Uzay Destanı” üzerine. Başta objelerin müzik eşliğindeki dairesel hareketleri, solucan deliğinin Satürn’ün yanında belirmesi* ve Cooper’ın kara deliğin içindeki yolculuğu olmak üzere “2001”e ait bir sürü referansa rastladığımız filmde gemi içindeki sahnelerde de “Yaratık” izleri bulmak mümkün. Öte yandan, Nolan’ın türünün diğer örneklerine nazaran yeni astronot giysileri yerine kullanılmış hissi verebilen giysileri kullanması filmin gerçekçilik hissini bir üst seviyeye taşımış. Aynı şekilde filmde kullanılan minimalist teknolojinin de bilgisayar yardımı kullanılmadan oluşturulması bende inanılmaz bir doyum hissi yarattı. Buna “2001” “monolith”lerini andıran TARS (Bill Irwin) ve CASE robotları dahil.

Sonuç olarak “Interstellar / Yıldızlararası”yla zaman ve mekanın ötesine geçebilecek tek şeyin sevgi olduğunu daha önce yapılmamış mecazi bir dille seyirciye sunan Christopher Nolan, sadece yılın en iyi filmine değil; aynı zamanda yeni bir bilim kurgu başyapıtına imza atıyor. İnsanoğlu olarak zamanın kıymetini ne yazık ki bilemediğimiz altının çizildiği filmde Nolan yönetmenlik koltuğunda harikalar yaratırken, başroldeki Matthew McConaughey ise yeni bir Oscar’lık performans sergiliyor. Görsel efektlerin minimum düzeyde kullanılmasına rağmen nefes kesen kara delik ve soluncandeliği tasarımlarıyla bir ilki gerçekleştiren film, eski tekniklerle çekilmesiyle de “2001: A Space Odyssey” gibi başyapıtların izinden gidiyor. “Yıldızlarası” için yazılacak daha çok şey var ama bu yazının da bir yerde bitmesi lazım. Tekrar tekrar izlenmesi gereken bu şahane filmi kesinlikle IMAX’de izlemenizi öneririm.
* Stanley Kubrick 2001’i Satürn’de sonlandırmak istemiş; fakat Satürn’ün halkalarını yaratmadaki teknik yetersizlik yüzünden Jüpiter’de karar kılmış.
Oscar Ödülleri
- En İyi Görsel Efekt
Oscar Adaylıkları
- En İyi Müzik
- En İyi Sanat Yönetimi
- En İyi Ses Miksajı
- En İyi Ses Kurgusu
Yönetmen: Christopher Nolan
Senaryo: Jonathan Nolan, Christopher Nolan
Oyuncular: Matthew McConaughey, Anne Hathaway, Jessica Chastain, Michael Caine, Casey Affleck, Wes Bentley, Ellen Burstyn, Mackenzie Foy, John Lithgow, David Gyasi, Matt Damon, Timothée Chalamet, Bill Irwin
Orijinal Müzik: Hans Zimmer
Görüntü Yönetimi: Hoyte Van Hoytema
Kurgu: Lee Smith
Prodüksiyon Tasarımı: Nathan Crowley
Süre: 169 dk.
Ülke: ABD, Birleşik Krallık
Yorumlar