Çizgi roman uyarlamaları bazında 2012 kadar olamasa da genel olarak başarılı bir sezon geçirdiğimizi düşünüyorum. “Iron Man 3 / Demir Adam 3” ve “Man of Steel / Çelik Adam” filmleri birer başyapıt değildi belki, ama çizgi roman filmlerinden beklenilenleri karşılayan oldukça başarılı uyarlamalardı. Geriye sadece belli uyarlamaların kaldığı şu zamanlarda vizyona giren “The Wolverine / Wolverine” ise belli başlı eksiklerine rağmen utandırmayarak listede yerini almayı başardı.
Hugh Jackman’ın altıncı kere Wolverine olarak kamera karşısına geçtiği “The Wolverine / Wolverine”, oldukça güzel başlamasına rağmen son yarım saatinde dağılan bir film olarak karşımıza çıkıyor. Samuray temalı bir çizgi roman filmi olmasından dolayı aslında belli bir açıdan baktığımızda bir ilki gerçekleştiren yapım, odak noktasına Wolverine’i alarak karakterin ruhsal yapısına daha derinden inceliyor. “Les Misérables / Sefiller” (2012) ile Oscar adaylığı alan Jackman’ın harika bir performans sergilediği filmde ünlü aktör kendiyle özdeşleşen rolü için neden dört dörtlük bir tercih olduğunu bir kere daha gösteriyor adeta. “Walk The Line / Sınırları Aşmak” (2005) ve “3:10 To Yuma / 3:10 Yuma Treni” (2007) gibi harika filmlerle tanınan James Mangold’un yönetmelik koltuğunu ailevi nedenlerden ötürü yapımdan vazgeçen Darren Aronofskyi’den aldığı filmin teknik açıdan başarısı ise tartışılmaz.

“X-Men: The Last Stand / X-Men: Son Direniş” (2006) filminden birkaç yıl sonrasını konu alan “Wolverine”, karakterin geçmişini anlatan “X-Men Origins: Wolverine / X-Men Başlangıç: Wolverine” (2009) filmine göre her açıdan çok daha başarılı. “X-Men: Son Direniş”den hatırlayacağımız gibi Logan, dünyayı yok edecek duruma gelen Jean’i deliler gibi sevmesine rağmen öldürmek zorunda kalmıştı. “Wolverine”de ise üzerinden yıllar geçmesine rağmen Logan’ın bu trajik olayı atlatamadığına ve vicdan azabı duyduğuna tanıklık ediyoruz. Hayatının anlamını kendi pençeleriyle yok etmek zorunda kalmış olmanın verdiği çifte pişmanlıkla kendini inzivaya çeken Logan, Yukio (Rila Fukushima) adında bir mutant tarafından 2. Dünya Savaşı sırasında Nagasaki’ye atılan atom bombasından koruduğu Yashida’ya veda etmesi için Tokyo’ya getiriliyor. Yashida’nın asıl amacının karakterin ölümsüzlüğünü istemesi olduğunu öğrenen Logan’ın bu çirkin teklifi reddetmesinin ardından Yashida vefat ediyor. Mirasın sahibi olan Yashida’nın torunu Mariko’ya (Tao Okamoto) cenaze sırasında yapılan suikast girişimi ise Yashida’nın doktoru Viper (Svetlana Khodchenkova) tarafından iyileşme gücü alınan Wolverine’i hiç olmak istemediği bir karışıklığın içine itiyor.
“Wolverine”de samuray ve beraberinde getirdiği uzak doğu temasını çizgi roman dünyasıyla harmanlayarak harika bir şekilde seyirciye sunan Mangold, filme oldukça etkileyici bir açılış yapıyor. Atom bombası sonrası geçici de olsa fiziksel olarak korkunç bir hale gelen karakterin bu sefer ruhsal olarak aynı zararın içinde olduğunu vurgulayan yönetmenin eski samuray filmlerinden aldığı ilham filmin özellikle ilk yarısında fazlasıyla görülmekte. Bir de buna Wolverine’in küçük samuray kılıçlarını anımsatan adamantium pençeleri eklenince açıkçası tadından yenmiyor. Özellikle Wolverine’in samurayla gece yarısında yaptığı dövüş tek kelimeyle enfes olmakla beraber filmin de açık ara en iyi sekansı. Öte yandan, film boyunca verdiği bir takım örneklerle insanoğlunun ne kadar acımasız ve nankör bir varlık olduğunun altını çizen Mangold, zaten filmin ilk yarısını o kadar güzel işliyor ki, “X-Men Başlangıç: Wolverine” filmindeki tüm ciddiyetsizliği unutup filmin finali için beklentilerinizi gittikçe yükseltmenize sebep oluyor. Filmin ortalarına doğru gerçekleşen Wolverine ile Mariko arasındaki klişe ve biraz da gereksiz aşk sahnesine rağmen ilk yarısındaki mizah dolu tren sekansıyla seyirciye başarılı bir çizgi roman uyarlaması sunan Mangold, filmin ikinci yarısında da görsel açıdan hayal kırıklığı yaşatmıyor. Buna verebileceğim en güzel örnek ise kuşkusuz Wolverine’in buzların üzerinde ninjalarla dövüştüğü artistik sahne olsa gerek. Ayrıca, senaryoda Wolverine’e oldukça başarılı replikler verildiğini ve Marco Beltrami’nin harika uzak doğu temalı müziklerini de belirtmeden geçemeyeceğim.
Oldukça güçlü başlayarak beklentileri ister istemeden yükselten “Wolverine”in yıkılışı Gümüş Samuray’ın filme dahil olmasıyla, yani filmin son çeyreğiyle birlikte başlıyor. Tamamen bilgisayar yapımı olan ve ikincil karakter olmaktan öteye gidecek potansiyeli olmayan Gümüş Samuray’ın final dövüşü olarak seyirciye sunulması ne yazık ki hiç olmamış. Tamamen stüdyo destekli bir karar olduğunu düşündüğüm bu durumun açıkçası daha fazla oyuncak satmak için yapılmış çocuksu bir hamle olduğuna inanıyorum. Katana seslerinin salonda yankılanacağı tam bir samuray düellosu beklerken böyle zayıf ve tahmin edilebilir bir karakterle karşılaşmak benim için tam bir hayal kırıklığı oldu. Ayrıca, Batman kötü karakteri Poison Ivy’i andıran Viper’ın da yeterince güçlü bir kötü karakter olamaması filmde kötü karakter eksikliğine yol açıyor. Kısaca, “Wolverine” çoğu çizgi roman uyarlamasının da sorunu olan yeterince güçlü olmayan kötü karakter sendromuna sahip. Tabii buna bir de Gümüş Samuray gibi çocuksu bir kötü karakter eklenince hayal kırıklığı daha da fazla oluyor haliyle. Şimdiki kısmı her ihtimale karşı filmi izleyen okuyucuların okumasını öneriyorum. Fakat yine de kendini bir şekilde izletmesini bilen filmin Wolverine’in pençeleri hakkındaki cesur hamlesi biraz da olsa takdiri hak ediyor. Tabii, bunu gelecek film “X-Men: Days of Future Past”le (2014) düzelteceklerine inanarak söylüyorum. Aksi takdirde oldukça büyük bir hata olur. Bu arada, jenerik sırasındaki sürpriz sahneyle “Wolverine”in X-Men filmleri arasında köprü niteliği gördüğünü de belirtmek gerek.

Özetlemek gerekirse; Hugh Jackman’ın ikonik rolüne ne kadar çok yakıştığını bir kere daha gösteren “The Wolverine / Wolverine”, ana karakterine kattığı derinlik sebebiyle gerçekten güzel bir çizgi roman uyarlaması. Samuray temasının beraberinde getirdiği uzak doğu öğelerini harika bir şekilde bünyesinde barındırmasıyla çizgi roman uyarlamarı açısından da bir ilki başaran filmin en büyük eksiği ise fazlasıyla zayıf olan kötü karakterleri. Öyle ki bu kötü karakterler klişelerine rağmen oldukça güzel ilerleyen filmin son çeyrekte dağılmasına sebep oluyor. Bu arada, film bitimindeki jenerik sırasında oldukça önemli bir sahne bulunduğu için yerinizden bir süre kalkmamanızı şiddetle öneririm.
Yönetmen: James Mangold
Senaryo: Mark Bomback, Scott Frank
Oyuncular: Hugh Jackman, Tao Okamoto, Rila Fukushima, Hiroyuki Sanada, Svetlana Khodchenkova
Görüntü Yönetimi: Ross Emery
Kurgu: Michael McCusker
Orijinal Müzik: Marco Beltrami
Süre: 126 dk.
Ülke: ABD
NOT: C+
Yorumlar