Bu yazı ilk olarak JR. by Campaign Ekim 2017 sayısında hem yazılı olarak hem de web üzerinden yayımlanmıştır. Yazıya ulaşmak için tıklayınız.
Antik Yunan tragedyalarının modern zamanımızdaki temsili Yunan yönetmen Yorgos Lanthimos’un 2015 yılında imza attığı başyapıtı “The Lobster / Istakoz”, kara mizahlı ilginç bir distopik tragedya örneğiydi. Bu seneki yeni filmi olan “The Killing of a Sacred Deer / Kutsal Geyiğin Ölümü”, mizahi değerlerinden çoğunlukla arındırılmış gerçek bir Antik Yunan tragedyası olarak öne çıkıyor. Yılın belki de en sert filmlerinden biri olan “Kutsal Geyiğin Ölümü”, finaliyle her ne kadar Michael Haneke’nin “Funny Games”ini andırsa da yararlandığı dünya dışı öğeler filmi bu sefer mitolojik bir düzleme itiyor. Adeta Euripides’in “Iphigenia Aulis’te” tragedyasını filmleştiren Lanthimos, ülkesinin geleneklerini modern bir dünyaya uyarlayarak gerçek bir saygı duruşunda bulunuyor. Başarısız bir ameliyat sonucunda üzerine bir lanet çöken Steven Murphy’nin Agammemnon’u temsil ettiği hikayede aynı Agammemnon’un kızı İphigenia’yı Tanrılara kurban etmesi gerektiği gibi Murphy’nin ailesini korumasının tek yolu ailesinden birini kurban etmesi. Murphy’nin Oidipus’a benzer kaderi seyirciye izlemesi zor bir sinema tecrübesi yaşatırken Lanthimos bizlere insanların ne kadar bencil varlıklar olduğunu bir kere daha gösteriyor. Filmin destek aldığı dünya dışı örnekler her ne kadar filmin realist izlenimi veren tonuna ters düşse de gücünü mitolojiden alması sebebiyle bir süre sonra yadırgamamaya başlıyorsunuz. Yavaş yavaş o korkunç sona doğru ilerleyen filmde Lanthimos’un imzası niteliğinde monoton diyaloglar bir süre sonra bir oyun sahnesini hatırlatıyor. “Kutsal Geyiğin Ölümü” bir “Istakoz” değil belki ama yılın en sert filmi olduğu kuşkusuz.
Yorumlar