Bundan üç sene önce Hobbit filminin yapılacağını duyduğumdaki sevinci daha dün gibi hatırlıyorum. Zaman gerçekten çabucak geçiyor. Bu sene itibariyle bir üçlemeyi daha sonlandırdık ve artık elimizde harikulade bir Orta Dünya Saga’sı bulunuyor. Peter Jackson’ın 6. kere yönetmenlik koltuğuna geçtiği, Hobbit serisinin son filmi olan “The Hobbit: The Battle of the Five Armies / Hobbit: Beş Ordunun Savaşı”, serinin bir önceki bölümleri kadar başarılı bir tablo çizerek harikulade bir finalle seyirciye veda ediyor. Orta Dünya filmlerine zaafı olan biri olarak bu filmi de beğenmem benim için sürpriz olmadı. Zaten önceki Hobbit yazılarımda bu zaafımı üzerine basa basa yinelemiştim. Ayrıca, bu yazılarda Hobbit serisini Yüzüklerin Efendisi serisiyle karşılaştırmanın neden fazlasıyla yanlış olduğunu anlatmıştım. Bu yüzden bu yazıda bir kere daha bu konudan bahsetmek istemiyorum. Merak eden okuyucular ilk film “The Hobbit: An Unexpected Journey / Hobbit: Beklenmedik Macera” ve “The Hobbit: The Desolution of Smaug / Hobbit: Smaug’un Çorak Toprakları” ile ilgili yazımı ise siteden okuyabilir.

“Hobbit: Beş Ordunun Savaşı”, ikinci filmin bittiği yerden açılış yaparak tam bir seri filmi imajı çiziyor. Zaten adından da anlaşılacağı gibi -kitabı okuyanların bileceği- o muhteşem savaşı odak noktasına alan film, beklenen bir görsel şölen seyirciye sunarken Tolkien uyarlamaları açısından da kendini fazlasıyla özel bir yere koyuyor. Aynı hikayeyi konu almasından dolayı yurt/ev sevgisi ve özlemi, irade, kararlılık, hırs ve gücü kontrol edebilme arzusu bu filmin alt metninde de mevcut. Sadece gücü kontrol etme takıntısı ve insanın güce olan zaafı burada biraz daha ağır basıyor. Ejderha Smaug’un yenilmesiyle beraber Thorin’in Erebor’un altınlarıyla kafayı gittikçe bozduğu filmde Arkentaşı’nın bulunmaması yüzünden karakterin kendi ırkından bile şüphe duyabilecek hale geldiğine tanıklık ediyoruz. Güç tutkusunun Thorin’i aynı bir şeytan gibi ruhunu ele geçirmesi onu nefret ettiği düşmanları Smaug’a dönüştürüyor bir bakıma. Cücelerin “Ejderha Hastalığı” diye tabir ettiği bu açgözlü ve acımasız dönüşüm yüzünden en yakın arkadaşı olan Bilbo’yu bile öldürecek duruma gelen Thorin’in Aragorn’dan ne kadar farklı bir karakter olduğu da böylece görülüyor. Peter Jackson’ın zaman zaman ağır çekimlere başvurarak canavarlaştırdığı Thorin’in kendini bulma sürecinin Boromir’le benzerlik taşıdığını söylemek az çok mümkün.
Tabii bu güç tutkusunun pençesine düşen sadece Thorin değil. Smaug’un ardından bir krallık dolusu hazinenin varlığını öğrenen Elfler, İnsanlar ve Cüceler bir anda Erebor’un yolunu tutuyor. Herkesin kendine bir parça almak istediği hazine yüzünden büyük bir savaşa sürüklenen karakterlerin gitgide birbirine benzediği filmde Azog ve Bolg’un önderliğindeki Orkların devreye girmesi işleri tamamen değiştiriyor. Elfler, İnsanlar ve Cücelerin zorunluluktan ittifak kurdukları filmde Orklar, Goblinler ve Trollerle olan savaş resmen inanılmaz. 2003 yılındaki “The Lord of the Rings: The Return of the King / Yüzüklerin Efendisi: Kralın Dönüşü”nde olduğu gibi bizi harikulade bir sekansa imza atan Jackson, görsel efektlerin zirve yaptığı muhteşem bir Orta Dünya savaşıyla bizi baş başa bırakıyor. Tabii bu savaş “Kralın Dönüşü”nün biraz gerisinde doğal olarak, ama onun kadar mükemmel olma gibi de bir derdi yok. Fakat burada şöyle bir noktaya değinmekte fayda var: Filmdeki sahnelerin fazlasıyla kesildiği her yerden belli oluyor. Zaten süresinde de anlaşılacağı gibi filmin serinin en kısa filmi olması bunun işaretini vermişti. Savaş sahnelerinin fazlasıyla kesilerek her kesimden seyirciye hitap etmeye çalışan Jackson, bu sefer vizyon süresinde böyle bir değişikliğe gitmesinin pozitif yanları tabii ki var. Ama benim açımdan bu harikulade “Beş Ordular Savaşı”nın tadını gerçek anlamda almam Aralık ayında piyasaya çıkacak 30 dakika daha uzun olan geniş versiyonuyla olacak.

Filmde beğendiğim bir diğer özellik ise Jackson’ın Thorin dışındaki diğer karakterleri de sunduğu gibi bırakmayarak daha ileriye taşıması. Başta hikayenin baş kahramanı hobbit Bilbo olmak üzere tüm karakterlerin geçirdikleri gelişimi izleme şansı bulduğumuz filmde Bilbo’nun artık tamamen farklı bir hobbite döndüğünü görüyoruz. Yapması gereken şeylerden artık korkmayarak hemen harekete geçmeyi tercih eden biri haline gelen Bilbo, küçük boyuna rağmen savaşın gidişatından anahtar bir rol oynuyor. Bulduğu arkentaşını ejderha hastalığına yakalanan Thorin’e vermeyerek kendi canını riske atan Bilbo’nun Thorin’e ve Orta Dünya’ya aslında en büyük yardımı yaptığını filmin devamında anlıyoruz. Ve tabii film ilerledikçe oda noktasının Thorin ve Bilbo’nun arasındaki dostluğa kayması filmin duygusal iskeletinin hazırlanmasını sağlıyor. Bu sırada Legolas’ın annesiyle olan geçmişine değinmeyi de ihmal etmeyen Jackson, Legolas’ın babası Thranduil’le olan ilişkisine farklı bir boyut katıyor. Bu dakikalarda sevgi kavramının ağır bastığı filmde kitapta bulunmayan Taurel-Kili-Legolas aşk üçgeni ve Thranduil’in karısıyla olan ilişkisiyle bu kavramın farklı bir boyutunu işliyor. Zaman zaman klişe kaçtığını düşünsem de beni çok rahatsız etmeyen filmin bu yanını oldukça ilginç bulduğumu belirtmek isterim. Ve tabii bir de Bard var. Bard’ın çocuklarıyla olan ilişkisini ve bir lider olarak kendini bulma yolunu unutmamak lazım. Her ne kadar dünyanın en itici karakterlerden biri olduğunu düşündüğüm Alfrid karakteriyle olan diyaloglarını başarılı bulmasam da karakterin özellikle oğluyla beraber Smaug’la savaştığı sahneleri fazlasıyla beğendim.
Başta mükemmel tasarımı ve seslendirmesiyle kendine hayran bırakan Smaug’la ağız sulandıran filme eklenen troller, orklar, goblinlere wyrmlerin eklenmesi Orta Dünya’nın sınırlarını biraz daha genişletmekte. Ayrıca, cüce kral Dain Ironfoot ve ordusunun filme verdiği hava tartışılmayacak derecede fazla. Bu havanın geniş versiyonda daha çok hissedileceğine adım gibi eminim. Buna rağmen büyük savaş sahnesinde karakterlerin savaş alanından ayrılıp kötü karakterlerle teke tek olarak çarpışması tartışılabilir. Jackson’ın dikkat dağıtmamak için böyle bir yol seçtiğini düşünüyorum. Fakat benim için en güzel şey Saruman, Galadriel ve Elrond’un Sauron ve hayata döndürülen Nazgul’lerle olan muhteşem düellosuydu. İnanılmaz ve beklenmedik bir sahne. Orta Dünya ilgimden dolayı ağzım açık bir şekilde izledim diyebilirim. Bu arada, Howard Shore yine başarılı bir müziğe imza atmış. Filmin “The Last Goodbye” adlı Billy Boyd tarafından seslendirilen parçası ise yılın en iyilerinden.

Sonuç olarak “The Hobbit: The Battle of the Five Armies / Hobbit: Beş Ordunun Savaşı”, kesilmiş sahnelerine rağmen Orta Dünya hayranları için Hobbit üçlemesine harikulade bir final sağlayan yılın en iyi filmlerinden biri. Teknik açıdan zaten beklenileni veren filmin en büyük eksiği ne yazık ki vizyona kesilmiş versiyonun girmiş olması. Aralık sonuna doğru geniş versiyonu sayesinde asıl değeri çıkacaktır. Bu arada, Hobbit üçlemesi baştan beri bir üçleme olarak tasarlandığı için hiçbir film tam bir film havası yaratmıyor.
Oscar Adaylıkları
- En İyi Ses Miksajı
Yönetmen: Peter Jackson
Senaryo: Fran Walsh, Philippa Boyens, Peter Jackson ve Guillermo del Toro (senaryo), J.R.R. Tolkien (“The Hobbit” romanı)
Oyuncular: Martin Freeman, Ian McKellen, Richard Armitage, Cate Blanchett, Sylvester McCoy, Orlando Bloom, Benedict Cumberbatch, Evangeline Lilly, Lee Pace, Luke Evans, Aidan Turner
Orijinal Müzik: Howard Shore
Görüntü Yönetimi: Andrew Lesnie
Kurgu: Jabez Olssen
Süre: 144 dk.
Ülke: ABD, Yeni Zelanda
NOT: A-
Yorumlar