Kendine has stilleriyle alışması zaman alan yönetmenler sıralansa kuşkusuz Wes Anderson bu listenin başında gelen yönetmenlerden biri olur. Anderson’la ilk tanıştığım “Fantastic Mr. Fox”la aslında tarzını pek yadırgamamıştım. Animasyon olması sebebiyle oldukça hoşuma gitmiş ve devam filmini beklemeye koyulmuştum. Daha sonra Anderson’ın diğer filmlerini izledikçe ünlü yönetmene pek de yakın olmadığımı düşünmüş hatta “Moonrise Kingdom”la bu konuda kesin karar kılmıştım. İşte bu sene ilginç bir şey gerçekleşti ve ben Anderson’ın yeni filmi “The Grand Budapest Hotel / Büyük Budapeşte Oteli”yle sadece Anderson filmini fazlasıyla sevmekle kalmadım, ayrıca yönetmenin tarzını sonunda benimseyip sevebildim. Bu açıdan bu yılın benim için kazançlı olduğunu rahatlıkla söyleyebilirim; çünkü aksi takdirde “Büyük Budapeşte Oteli”nin tadını belki de çıkaramayabilirdim.
Üst metinde bir konsiyerjle belboyu arasındaki tatlı ilişkiyi konu alan, alt metinde ise yer verdiği kısa Doğu Avrupa tarihiyle kendine mest eden Anderson’ın bu seneki harikası olarak nitelendirdiğim “Büyük Budapeşte Oteli”, Anderson’ın kendine has tarzıyla seyirciyi hiç olmadığı kadar yeni bir dünyayla baş başa bırakıyor. Renkli sanat yönetimi ve kostüm tasarımlarıyla görsel bir ziyafet olan filmin oyuncu kadrosu ise o kadar zengin ki yok yok. Ralph Fiennes’in kariyerindeki en iyi performanslardan birini vererek yılın unutulmazları arasında girdiği filmin film ve yönetmen dalları dahil olmak üzere 9 dalda Oscar adaylığı, Berlin Film Festivali’nde ise Büyük Jüri Ödülü bulunmakta.

Nazi dönemindeki stres yüzünden umutsuzluğa kapılarak genç yaşta intihar eden yetenekli yazar Stefan Zweig’in hikayelerinden esinlenerek edebiyat severler için de çekici bir film olan “Büyük Budapeşte Oteli”, bir kız tarafından okunan kitabın yazarının başından geçen bir olayı anlatarak etkileyici bir giriş yapıyor hikayeye. Otelin şimdiki sahibi Mustafa/Zero’nun (Tony Revolori/F. Murray Abraham) zamanında belboy olarak başladığı Büyük Budapeşte Oteli’nin konsiyerji Gustave’le (Ralph Fiennes) olan masalsı ilişkisinin anlatıldığı filmde otel konuklarıyla çok iyi anlaşan Gustave’ın en yakın müşterisi Madame D.’nin (Tilda Swinton) şüpheli ölümünden kalan miras yüzünden başına gelenleri izleme şansı buluyoruz. Madame D.’nin mirasında bahsettiği Elmalı Çocuk resmini Gustave’a bırakmak istemeyen oğlu Dmitri’nin (Adrien Brody) onu elde edebilmek için her şeyi yapmaktan çekinmeyerek Gustave’ı cinayetle suçlaması ise kaçınılmaz oluyor. Büyük Budapeşte Oteli’nde sahip olduğu harikulade yaşamına geri dönmek için kendi adını aklamak zorunda kalan Gustave’ın bunu yaparken Doğu Avrupa’nın veba niteliğinde salgını Nazi’leri de atlatması gerekmektedir.
Arka plandaki özet niteliğindeki Avrupa tarihiyle klasik bir Wes Anderson filmi olmaktan öteye giden “Büyük Budapeşte Oteli”, bunu Stefan Zweig’in kısa hikayelerden esinlenerek yapıyor. Gustave ve filmi anlatan yazar karakterleri (Jude Law ve Tom Wilkinson) üzerinden yazarı özdeşleştirerek filmin masalsı havasını koruyan Anderson, isimlerde biraz değişiklik yaparak bunu tam anlamıyla pekiştirmeyi başarmış. Buna en güzel örneğin ise Nazi’lerin filmde SS değil ZZ olarak gösterilmesi. Doğu Avrupa insanının içinde bulunduğu çaresiz ve depresif durumu filmin optimist havasına rağmen seyirciye hissettirebilmesi, bunu da duygu sömürüsüne yapmadan başarması herkesin yapabileceği bir iş değil. 1. Dünya Savaşı’nı atlatamamış insanların özgürce hareket edemediği, durmadan hanelerine tecavüz edildiği 2. Dünya Savaşı öncesi ve sonrası portresini gözler önüne seren Anderson, Zweig’i daha iyi anlamamızı sağlıyor aslında. Gustave gibi sevgiyi merkezinde barındıran karakterin tüm psikolojik yıkımlara rağmen hayata sevgiyle tutunmaktan vazgeçmemesi; fakat buna rağmen bu yıkımın onu bir şekilde yakalaması gerçekten yürek burkuyor.

Filmde muhteşem olan tek karakter Gustave değil tabii ki. Her karakterin ayrı bir özenle yaratıldığı filmde Zero’dan Willem Dafoe’nun korkutucu bir şekilde hayat verdiği katil Jopling’e kadar hepsi birbirinden renkli. Kendi ülkesindeki savaş yüzünden Avrupa’ya kaçmak zorunda kalan Zero’nun umulmadık yerde bulduğu mutluluğu filmin masal gibi hissedilmesinin en önemli özelliklerinden. Gustave zaten başlı başına filmin yıldızı niteliğinde, bir buna aralarında Bill Murray’nin bulunduğu diper otel konsiyerjleri, içinde Edward Norton’ın bulunduğu polisler eklenince film ister istemeden daha da renkli hale geliyor. Kısaca zengin oyuncu kadrosunun filmin havasına olan etkisi tartışılmayacak derecede fazla. Tabii tüm kadrodan bir kişiyi konuşmak gerekirse o da şüphesiz Ralph Fiennes. Son yıllardaki en başarılı performanslardan birini sergileyerek Oscar Ödülü’nü sonuna kadar hak eden ama buna rağmen Oscar’a aday edilmeyip sadece Altın Küre ve BAFTA adaylıklarıyla yetinen Fiennes, karakterini ele alış biçimiyle sadece özgün değil ayrıca olabildiğince sempatik bir karakter yaratmayı başarmış. Akademi’yi bilmem; ama Fiennes benim için yılın en iyi erkek oyuncularından biri hatta belki de en iyisi.
Karakterler arasında geçen diyaloglarda mizah duygusunun hakim olduğu senaryosuyla parlayan film gerçekten yılın en iyileri arasında girmeyi hak ediyor. Tabii sadece senaryo değil filmdeki kostüm tasarımı ve sanat yönetimi de tek kelimeyle muhteşem. Pastel renklerin hakim olduğu tasarımlarıyla zaman zaman animasyonu andırarak renkli bir seyir keyfi sunan filmin Anderson imzalı simetrik görüntü yönetimi de yılın en iyileri arasında. Tüm bu teknik özelliklerin Alexandre Desplat’nın harikulade besteleriyle ahenkle dans ettiği “Büyük Budapeşte Oteli”, kısaca teknik açıdan da seyirciye üst seviye bir sinema keyfi sunmakta.

Sonuç olarak harikulade bir şekilde tasarlanmış renkli kostüm ve prodüksiyon tasarımları ve mizah duygusunun hakim olduğu kaliteli bir şekilde kaleme alınmış senaryosuyla “The Grand Budapest Hotel / Büyük Budapeşte Oteli”, Ralph Fiennes’in mükemmel performansıyla seviye atlayan sadece Wes Anderson’ın değil ayrıca yılın da en iyi filmlerinden biri. Zengin oyuncu kadrosu ve Alexandre Desplat’ın müzikleriyle masalsı bir atmosfer sunan filmin Stefan Zweig’in hikayelerinden esinlenerek Doğu Avrupa tarihine değinmesi ise filmi daha anlamlı bir hale sokuyor.
Oscar Ödülleri
- En İyi Sanat Yönetimi
- En İyi Kostüm Tasarımı
- En İyi Özgün Senaryo
- En İyi Makyaj ve Saç Stili
Oscar Adaylıkları
- En İyi Film
- En İyi Yönetmen: Wes Anderson
- En İyi Özgün Senaryo
- En İyi Görüntü Yönetimi
- En İyi Kurgu
Yönetmen: Wes Anderson
Senaryo: Stefan Zweig (kısa hikayeler), Wes Anderson ve Hugo Guinness (senaryo)
Oyuncular: Ralph Fiennes, Jeff Goldblum, Adrien Brody, Harvey Keitel, Mathieu Amalric, F. Murray Abraham, Edward Norton, Bill Murray, Jude Law, Willem Dafoe, Saoirse Ronan, Tom Wilkinson, Tilda Swinton, Léa Seydoux, Jason Schwartzman, Owen Wilson, Tony Revolori
Orijinal Müzik: Alexandre Desplat
Görüntü Yönetimi: Robert D. Yeoman
Kurgu: Barney Pilling
Kostüm Tasarımı: Milena Canonero
Süre: 100 dk.
Ülke: ABD
NOT: A
Yorumlar