2012’nin en merak ettiğim filmlerinden biri olan “Holy Motors / Kutsal Motorlar”ı da sonunda izleyebildim. Ve hiçbir yerde bulamadığım bir iki filmi saymazsak “Kutsal Motorlar” muhtemelen benim 2012’ye ait olan son eleştirim olacak. Ayrıca, yazıya başlamadan önce bu yazıda detaylı film analizi yapılacağından ötürü sürprizbozanlar bulanacağını özellikle belirtmek isterim. En azından ikinci paragraftan sonrasını filmi daha izleyemenlerin kesinlikle okumamasını öneriyorum. Şimdi yılın en yoruma açık filmini yorumlamaya başlayabiliriz.
Temelini metaforlar üzerine kurmuş “Holy Motors / Kutsal Motorlar”, derin ve özgün senaryosuyla öne çıkan yılın tartışmasız en iyi filmlerinden biri. Yönetmen Leos Carax’ın “Pola X”den (1999) sonraki ilk uzun metrajlı film olma özelliğini taşıyan film, gerçekten Carax’ın kariyerinde bambaşka bir yere sahip. Fransa’nın 85. Akademi Ödülleri için “De Rouille et d’Os / Rust and Bone / Pas ve Kemik” ile beraber harcadığı ikinci yapım olan filmin Carax’ın şu ana kadar yaptığı en iyi filmi olduğunu söylemek mümkün. İş adamı Monsieur Oscar’ın uyandığından itibaren başlayan gününü metaforlar üzerinden seyirciye aktaran “Kutsal Motorlar”, bir an bile gözünüzü ayırmayacağınız sürrealist bir seyir keyfi sunuyor. Carax’ın yönetiminden çok senaristliğinin ağır bastığı filmde birden fazla kılığa bürünen Denis Lavant ise başarılı bir performans sergiliyor. 65. Cannes Film Festivali’nde Altın Palmiye için yarışmış olan filmin En İyi Gençlik Ödülü bulunmakta.

Birkaç bölümde inceleyeceğimiz “Kutsal Motorlar” yazının ilk bölümünde filmin isminin nereden geldiğini açıklayarak başlayarak istiyorum ki, yazının geri kalana rahatça anlaşılsın. Leos Carax’a göre kutsal motorlar olarak resmettiği limuzinler insan beynini temsil etmekte, aynı yukarıdaki posterde de bize ipucu verildiği gibi. Bizleri uyandığımızdan itibaren taşıyan, beş duyu organımıza yön veren ve günün belli saatlerinde duruma göre farklı şekilde davranmamızı başka bir değişle kılıktan kılığa girmemizi sağlayan beynimizi aynı bir limuzin gibi resmeden Carax, filmi de zaten pijamalar içinde uyandığı sahneyle başlatıyor. Seyircilerin “hayat” denilen beyaz perdenin önünde uyuduğu bu sahnede Carax, adeta vahşi bir ormanı andıran güne başlamak için gerekli olan anahtarın bizim elimizde olduğunu ve sabahları da o kapıyı açmanın bize ne kadar zor geldiğini hatırlatıyor adeta. Çocuk metaforuyla uykumuzda ne kadar savunmasız olduğumuzu farklı bir şekilde izleyiciye sunan Carax’ın uyandığımız zamanki yalpalayan yürüyüşümüzü de yorgun bir köpeğe benzetmiş olduğunu düşünüyorum. Uyandıktan sonra işe gidene kadarki zaman diliminde kendine gelen ve çevreyi algılayarak beynimizin (limuzinin) çalışmasını sağlayan gözlerimiz ise şöför Céline karakteriyle resmediliyor. Masa başına oturduğu andan itibaren gün içerisinde yapılması gereken işleri Oscar’a haber veren Céline’in finalinde “Les Yeux Sans Visage/Eyes Without a Face / Yüzü Olmayan Gözler” (1959) filmine (isminden bile anlaşılıyor) yaptığı gönderme de bu teorimi resmen doğrulamakta.
Zengin iş adamı Monsieur Oscar’ın günlük ajandasında yer alan işleri, yani randevuları sırasıyla yerine getirdiği filmde Oscar’ın ilk olarak dilenci kılığına girdiğini görüyoruz. Çalışmaya başlayan Oscar’ı para dilenen bir dilenciye benzeten Carax, iş yerlerinin insanlar üzerindeki etkisini sert bir dille seyirciye aktarıyor. Günün belli anlarında işini yapabilmek ve hayatını yaşayabilmek için kılıktan kılığa giren Oscar’ın bir sonraki kılığı ise filmlerde dijital karakter yaratmak için kullanılan hareket yakalama aktörü. Ne olduğundan bile anlaşılacağı gibi işinin belli alanlarında bambaşka karakterlere bürünmek zorunda kalan Oscar’ın işleriyle adeta savaştığına tanıklık ediyoruz. Baltayla başladığı savaşına eline silah alarak koşu bandı üzerinde devam eden karakterin iş yoğunluğunu muhteşem estetik bir sahneyle anlatan Carax, sahneye lastik kadın Zlata’yı katarak görsel bir şahesere imza atmış. Yoruma açık bu sevişme sahnesinde bize büyüleyici gelen karakterleri ekranda devasa canavarlar olarak resmeden yönetmenin “işkolik” olmayı tanımladığını düşünüyorum. Ayrıca, oldukça mistik bir hava kattığını düşündüğüm bu sahnenin yılın en iyi sahnelerinden biri olduğunun da altını çizmek gerek.

Ofisinde öğle yemeğini yediği sırada dışarıda çalışmayı özlediğini orman randevusuyla seyirciye aktaran Oscar’ın bir sonraki randevusunda ise çirkin bir cüce olan M. Merde’ye dönüştüğünü görüyoruz. Mezar taşları üzerinde yazan web sitelerinden anladığım kadarıyla işi gereği siteleri ziyaret eden Merde’nin fotomodel Kay M’e ulaşma çabası ve kaçırmasını ise Oscar’ın ondan daha ünlü bir iş adamıyla randevulaşmak için çektiği zorluklar olarak yorumluyorum. Mağara metaforuyla büyük paraların döndüğü bir iş görüşmesinin gerçekleştiğini anlatan Carax’ın Merde’ye paraları yedirtmesinin de nedeninin bu olduğunu düşünüyorum. Ayrıca, Merde’nin ereksiyonuyla paranın seks ile aynı etkiyi yaptığına dikkat çeken yönetmen, Kay’in şarkı söylerken Merde’nin uyuduğu sahneyle de Oscar’ın iş görüşmesinin olumlu sonuçlandığını belirtiyor.
İş görüşmesinin ardından Oscar’ın kızını partiden aldığı sahnede ise Oscar aslında kızı Angèle’yi okuldan alma metaforu yapılıyor. Ebeveynlerin parti kadar eğlenceli bir yer olduğunu düşündüğü; fakat çocukların aslında pek de eğlenmediği bir yer olan okulun muhteşem bir şekilde ekrana yansıtıldığı filmde Oscar’ın kızının hiç dans etmediğini, yani sınavında veya dersinde başarılı olamadığını öğreniyoruz. Bunun üzerine başka çocuklarla kıyaslarak kızını azarlamaya başlayan Oscar’ın “saklanarak nasıl popüler olmayı düşünüyorsun?” demesinin “çalışmazsan nasıl başarılı olmayı düşünüyorsun?” demesinden bir farkı yok. Bu bölümden sonra enfes kareografili akordeon sahnesiyle filmine ara veren Carax, “Gone with the Wind / Rüzgar Gibi Geçti” (1939) gibi müzikli araları bulunan eski filmlere de saygısını iletiyor.

Aradan sonra Oscar’ın evine dönmediği ve işine devam ettiğini gördüğümüz filmde karakterin yeni randevusunda ise katil kılığına girdiğini görüyoruz. Kendisine benzeyen bir adamın işi beceremediğini söylediği bu sahnede aslında ticari bir işin başarılı olmadığının metaforu yapılıyor. Filmde Oscar’ın adamı bıçaklaması ve daha sonra adam tarafından bıçaklanmasıyla da karşılıklı fes edilen işin veya kovma eyleminin iki tarafa da zarar verdiği söyleniyor. Öte yandan, bu sahneden sonraki sahnede Oscar’ın arabasında beliren kişiyi ise karakterin ölmüş bir yakınıyla olan yüzleşmesi olarak düşündüm; fakat bu sahne bende hala gizemini korumaya devam ediyor. Bu arada yönetmenin gerçek Oscar’ı bir ara iş arkadaşlarıyla cafe’de otururken göstermesi de oldukça yerinde bir tercih olduğunu düşünüyorum; çünkü bu sahne yardımıyla Oscar’ın aslında nerede olduğu ve ne yaptığı konusunda fikir sahibi olmak iyice kolaylaşıyor.
Akşam yemeğine bile vakti olmayan Oscar’ın bir sonraki randevusuna geç kalmamak için bahaneler (kendini öldürdüğü sahne) uydurmasının ardından karakterin bu sefer yaşlı ve aciz bir adam kılığına büründüğünü görüyoruz. Oscar’ın finansal yardımıyla bir dünya kuran yeğeninin artık kendi ayakları üstünde kalmak istediğini ölüm döşeği benzetmesiyle anlatan Carax, para sıkıntısı yaşamayan karakterlerin hayatlarındaki en büyük sorunun bu olduğuna dikkat çekiyor. Sahneye kattığı teatral havayla bu durumu sert bir dille eleştiren Carax’ın aynı zamanda sınıf ayrımcılığına değindiğini düşünüyorum. Yeğeniyle görüşmesinin ardından günlük randevularının sonlandığını anladığımız karakterin yolda eski sevgilisi Eva Grace’le (Kylie Minogue) karşılaşması ise filme bambaşka bir hava katıyor. Hüzünle sonuçlanmış ilişkilerini, kalan aşk kırıntılarını ve yaşadıkları alternatif hayatları tartan çiftin bu sahnesi gerçekten çok etkileyici. Sözleri oldukça anlamlı olan “Who Were We?” parçasıyla yılın en iyi film şarkılarından birine sahip olan “Kutsal Motorlar”, bu sahneyle filme fazlasıyla derinlik katmış. Durumu kabullenip evinin yolunu tutan Oscar’ın Eva ile kocasının ölmüş bedenini yerde görmesiyle de Eva’nın ömrünün sonuna kadar yaşayacağı kişinin Oscar’la olmayacağının metaforu yapılıyor. Ayrıca, sonraki sahnede bugün hiç gülmediğini söylemesi de Oscar’ın rutin ve mutsuz hayatını gözler önüne sermekte.

Filmin sonuda bir o kadar tartışmaya açık. Eski anlarını andığı için hüzünlü bir şekilde evine dönen Oscar’ın maymun olarak resmedilen karısı ve kızına ekranda görüyoruz. Oscar’ın şöförü Céline’le (Oscar’ın gözleri) vedalaşmasını bir nevi uykuya dalış işareti olarak düşenebildiğimiz filmde Céline’in limuzini merkeze parkedip “eve geliyorum” diyerek beyne uyku sinyali gönderiyor. Yukarıda da bahsettiğim gibi “Yüzü Olmayan Gözler” filmine yaptığı göndermeyle bu teorinin daha fazla doğrulandığı filmde Céline yavaşça limuzinden uzaklaşmaya başlıyor. Oscar’ın artık yatağına yattığını anladığımız filmde limuzinlerin kendi aralarında konuşmasını da uykuya dalana kadar kafamızı bir süre meşgul eden düşünceler olarak düşündüğümü belirtmek isterim. Öte yandan, Carax’ın Oscar’ın ailesini maymun gibi resmetmesini ise biraz gücendirici bulmama rağmen yönetmenin bu sahneyle ilkel insan benzetmesi yaptığını düşünüyorum. Yine de bu sahnenin bende gizemini koruyan ikinci sahne olduğunu rahatlıkla söyleyebilirim.
Filmde tabii ki eleştireceğim bir iki nokta var. Öncelikle Denis Lavant’ı oyunculuğu her ne kadar başarılı bulsam da yılın en iyi erkek oyuncu performansı olduğuna kesinlikle katılmıyorum. Lavant’ı özellikle çirkin cüce rolünde oldukça abartı, ölüm döşeğindeki adam rolünde ise fazlasıyla yetersiz buldum. Buna rağmen bunca karaktere hayat veren aktörün performansı gerçekten takdir edilmeyi hak ediyor. Ayrıca, her ne kadar en sevdiğim sahnelerden biri de olsa Kylie Minogue’un canlı performansını yeterince başarılı bulamadım. Açıkçası bu performans “Les Misérables / Sefiller”deki canlı performansların yanından bile geçememekte, yine de film bu açığı yukarıda da bahsettiğim gibi harika şarkısıyla kapatıyor. Öte yandan, teknik anlamda beklenilenden fazlasını veren filmin seyircinin beynini durmadan meşgul etmesi filmi gözünüzü kırpmadan izlemenizi sağlıyor. Yine de yorumlası zor metaforları filmin izleyici kitlesini düşürerek hak ettiği ilgiyi alamamasına neden oluyor. Kısaca filmde anlatılanın herkes tarafından başka türlü yorumlaması filmin bir nevi anlatmak istediğini tam olarak anlatamadığı olarak algılanabilir ki, bunu iletişim eksikliği olarak tanımlamak da mümkün.

Yılın en yoruma açık filmi olmasının yanında yılın en iyi filmlerinden biri olan “Holy Motors / Kutsal Motorlar”, zengin bir iş adamının günlük yaşantısını harika bir şekilde tasarlanmış metaforlarla anlatan muhteşem bir film. Kapalı bir kutuyu andıran alt metniyle herkese hitap etmeyeceğini düşündüğüm filmin en güzel icadı ise kutsal bir motor olarak gördüğü insan beynini aynı bir limuzine benzetmesi. Ayrıca, estetik sahneleriyle görsel açıdan seyirciye enfes bir deneyim sunan filmde Denis Lavant ise takdir edilesi bir performans sergiliyor. Leos Carax’ın zekasını gözler önüne seren ve gözünüzü bir an bile kırpmadan izleyeceğiniz bu sürrealist film, kesinlikle 2012’nin en özel filmlerinden.
Cannes Film Festivali Ödülleri
- Gençlik Ödülü: Leos Carax
Cannes Film Festivali Adaylıkları
- Altın Palmiye: Leos Carax
Yönetmen: Leos Carax
Senaryo: Leos Carax
Oyuncular: Denis Lavant, Edith Scob, Eva Mendes, Kylie Minogue, Leos Carax
Süre: 115 dk.
Ülke: Fransa
Ortak Ülke: Almanya
NOT: A-
Yorumlar