Close-Up yazı serisinin ikinci konuğu Reha Erdem. 1 Ocak 1960 tarihi İstanbul doğumlu ünlü yönetmen ve senarist Reha Erdem,  Boğaziçi Üniversitesi’nde tarih eğitimi aldıktan sonra Fransa’ya giderek  VIII Üniversitesi’nde sinema eğitimi aldı. 1988 yılında çektiği ilk uzun metraj filmi olan deneysel “A Ay” ile yönetmen olarak adını duyurmaya başlayan Erdem, uzun bir süre kariyerine reklam yönetmenliği yaparak devam ettikten sonra “Kaç Para Kaç” (1999) ile ikinci filmini çekti. 90’yıllarının atmosferini yansıtan filminin ardından Erdem’in tam anlamıyla dikkatleri üzerine çekmesi ise “Korkuyorum Anne / İnsan Nedir Ki?”yle oldu. Film, 42. Antalya Altın Portakal Film Festivali’nde En İyi Senaryo, En İyi Kurgu ve Behlül Dal Jüri Özel Ödülü olmak üzere 5 dalda ödül aldı. Erdem’in yurt dışında adını duyurması da fazla uzun sürmedi. 2006 yapımlı “Beş Vakit” ile harika bir filme imza atan ünlü yönetmen bir çok festivalden ödülle dönerken kariyerindeki ilk minimalist filmine de imza atmış oldu. “Hayat Var” (2008) ile kariyerinde açtığı yeni sayfaya devam eden yönetmenin 2010‘da vizyona giren filmi “Kosmos” ise teknik anlamda yönetmenin en profesyonel işi olarak akıllara kazınırken 46. Antalya Altın Portakal Film Festivali’nde film ve yönetmen dahil olmak üzere 4 dalda ödül aldı.

Reha Erdem filmlerinin en büyük ortak özelliği Erdem filmlerinin hepsinde insanın da bir hayvan olduğunu defalarca vurgulaması. Hayvan motiflerine filmlerinde daime yer veren Erdem’in filmlerindeki mesaj kaygısı da yönetmenin belirgin özelliklerinden. Özellikle ilk üç filminde tek temalı müziğe epey yer veren Erdem’in “Hayat Var” ile müziği en aza indirdiğini ve bu eksikliği ses efektleriyle gidermeye çalıştığı farkediliyor. Oldukça başarılı olan bu yöntem sahnelere derinlik katmakla beraber filmlerine de güzel bir hava katmakta olduğu kesin. Öte yandan, filmlerinde anlatmak istediklerini seyirciye tekrar tekrar göstermekten çekinmeyen Erdem, aynı metaforları birden fazla kullanmayı ihmal etmiyor. Olayları aynı bir anı defteri şeklinde anlatmayı tercih yönetmenin bir imzası da bu anılar arasına her filmde değişen belli görüntüleri kullanması. Örneğin “Beş Vakit”te çocukların yürümelerini ve yerde uzanmalarını gösteren Erdem, “Hayat Var”da gemilerin boğazda ilerledikleri sahnelerle ve Hayat adlı karakterin sarkı mırıldanmalarıyla bu geçişi gerçekleştiriyor. Erdem, kendine has sinema anlayışı ve tekniğiyle ülkemizin önemli yönetmenlerinden biri olduğu kuşkusuz.

Reha Erdem, bu sene “Şarkı Söyleyen Kadınlar”la seyirci karşısına çıkıyor. Daha önce yayınladığım bu listeye artık “Jîn”i de ekledim. “Şarkı Söyleyen Kadınlar”ı da izlediğim anda listeyi güncelleyeceğim. Şimdi Reha Erdem filmlerini incelemeye başlayabiliriz. 

 

A AY (1988)

a-ay-filmdoktoruReha Erdem’in ilk uzun metrajlı filmi olma özelliği taşıyan “A Ay”, yönetmenin muhtemelen elindeki imkanları kullanarak çektiği zaman zaman entellektüel olmaya çalışan deneysel bir film. İlk filmi olması sebebiyle de zaten beklenti içine girmek pek doğru değil. Erdem’in daha çok kendini geliştirmek için çektiği kişisel bir proje izlenimini veren film, sinema derslerinde izlediğimiz  Maya Deren ve Alexander Hammid’in “Meshes of the Afternoon” (1943) veya Stan Brakhage’in “Blue Moses” (1962) gibi deneysel filmlerinin izinden gidiyor. Yani filmin deneysel film sevenlere hitap ettiğini rahatlıkla söyleyebilirim. Kopuk anlatımının hakim olduğu ve eski deneysel filmlerin ruhunu yakalaması amacıyla siyah beyaz çekildiği belli olan filmde geçmişe takıntılı halasıyla eski bir köşkte yaşayan Yekta’nın yıllar önce vefat eden annesinin ölümünü kabul etme süreci işleniyor. Detaylara önem vermeyen ve yapay diyalogların hakim olduğu filmin senaryosu doğal olarak fazlasıyla zayıf. İngilizcesi anlaşılmayan ve cümle kurmayı beceremeyen bir İngilizce hocası ve fotoğraf çekmeyi bilmeyen bir fotoğrafçı öğrencisi gibi detaylara önem vermeden yaratılmış karakterlerin bulunduğu “A Ay”daki dublaj sorunu, yani senkron kayması filmdeki en rahatsız edici unsurlardan biri. Ayrıca, sesini yükseltmesi gereken karakterlerin aslında normal konuştuğunu ve bunun dublajla giderilmeye çalışıldığı da fazlasıyla belli oluyor. Karakterlerin birbirlerine cevap vermemeyi alışkanlık haline getirdiği döneminin kesimine hitap eden bu filmin açıkçası zaman aşımına uğradığını söylemek mümkün. Film, Yekta’nın ölmüş martıyı gömdüğü sahneyle çocuk saflığına dikkat çekmesine rağmen başarısız oyuncu performanslarıyla bir gram bile etkili olamayan filmde Erdem’in zaman zaman replikleri ve sahneleri tekrar ettirmesini de beğendiğimi söyleyemeyeceğim. Bu arada, Münir Özkul’un sanki Federico Fellini’nin “La Strada / Sonsuz Sokaklar” (1954) eserinden esinlenilerek yaratılmış bir bekçiye hayat verdiği filmde ilk olarak sinema derslerinden tanıdığımız yönetmenlere ait izler görülebilmekte.

Senaryo: Reha Erdem
Oyuncular: Ertugrul Ilgin, Arif Piskin, Necdet Sayin, Yesim Tozan, Münir Özkul
Görüntü Yönetimi: Uğur Eruzun
Kurgu: Nathalie LeGuay
Orijinal Müzik: Denis Bisson
Süre: 100 dk.
Ülke: Türkiye

NOT: F

 

KAÇ PARA KAÇ (1999)

kac-para-kac-filmdoktoruReha Erdem’in ikinci uzun metrajlı filmi olan “Kaç Para Kaç”, teknik ve oyunculuk açısından Erdem’in ilk filmine göre biraz daha iyi olmasına rağmen ciddi senaryo problemleriyle oldukça zayıf bir film. Başrollerinde Taner Birsel, Bennu Yıldırımlar ve Zuhal Gencer’in bulunan filmin ana teması adından anlaşılacağı üzerine tamamen para üzerine kurulu. Aile babası olabildiğince dürüst bir esnaf olan Selim Bey’in (Taner Birsel) tesadüfen bulduğu yüklü miktarda parayla değişen hayatını konu alan filmde aklınıza gelebilecek her olay durmadan paraya bağlanıyor. Öyle ki, bir yerden sonra artık para kelimesini duymaktan bıkıyorsunuz. Paranın toplum üzerindeki etkisini üç yaşındaki bir çocuğa anlatır gibi anlatan “Kaç Para Kaç”ın olayları aynı bir özet gibi seyirciye aktarması filmin duygusal havasını ciddi anlamda zedeliyor. Melek ve köpek gibi anlaşılması epey basit metaforlara yer veren Erdem’in yarattığı fazlasıyla karikatürize olan karakterleri de filmi gerçekçilikten uzaklaştıyor doğal olarak. Özellikle Selim’in zaman zaman abartıya kaçan dürüstlüğü, Nihal’ın (Zuhal Gencer) Selim’i elde etmek için yaptığı şaklabanlıkları ve yine Selim’in korkudan parayı yemesi gibi basit hareketleri epey göze batıyor. “A Ay”da olduğu gibi detaylara (Selim’in değişmeyen kıyafeti gibi) özen gösterilmesinin yanında vapur sahnesi gibi klişelere yer verilmesi de ne yazık ki olmamış. Temeli atılmamış karakterler, durmadan kullanılan ay tondaki tek temalı müzik ve hala devam senkron sorunu da cabası. Yine de parayla saadetin olmayacağını ve haydan gelenin huya gideceğini temiz bir şekilde vurgulayabilen  filmin ilk yarısının merak uyandırmayı başardığını söyleyebilirim. Film ikinci yarısında ise ciddi bir düşüşe geçiyor. Bunu özellikle çırağın yakalandığı sahneyle hissetmek mümkün; fakat filmin korkunç derecedeki kötü finali filmle ilgili her türlü olumlu şeyi unutturuyor adeta. Açıkçası film bittikten uzun süre gülmekten kendime gelemedim.

Senaryo: Reha Erdem
Oyuncular: Taner Birsel, Bennu Yildirimlar, Zuhal Gencer, Sermet Yeşil
Görüntü Yönetimi: Florent Herry, Jean-Louis Vialard    
Kurgu: Nathalie LeGuay
Orijinal Müzik: Dave Henley, Justin Langlands
Süre: 100 dk.
Ülke: Türkiye

NOT: F

 

KORKUYORUM ANNE / İNSAN NEDİR Kİ? (2004)

korkuyorum_anne_filmdoktoru42. Antalya Altın Portakal Film Festivali’nde En İyi Senaryo, En İyi Kurgu ve Behlül Dal Jüri Özel Ödülü olmak üzere 5 dalda ödül alan “Korkuyorum Anne” diğer adıyla “İnsan Nedir Ki?”, Reha Erdem’in önceki filmlerine göre pek farklı çizgide ilerlemeyen fazlasıyla zayıf bir film. İşin üzücü tarafı ise festivaldeki üçüncülük ve senaryo ödüllerinin “Gönül Yarası” (2005) gibi harikulade bir film yerine bu kadar vasat bir filme gitmiş olması. Herhalde bu kadarı bile Türk sinemasının en azından o zamanlar ne durumda olduğunu açıklar vaziyette. Neyse, lafı fazla uzatmadan filme geçelim. Adından da anlaşılacağı gibi insani değerler üzerine bir film olan “Korkuyorum Anne”, kaza sonucu hafızasını kaybeden taksi şöförü Ali’nin (Ali Düşenkalkar) iyileşme sürecini mizahi bir şekilde işliyor. Birden fazla insani temayı ele almasıyla öne çıkan filmin bu tavrı açıkçası filmin tek pozitif yanı olsa gerek. Peki, bu kadar fazla temayı işleyen bir film nasıl bu kadar vasat olabiliyor derseniz, cevabı çok basit: Bir filmin birden çok temayı ele alması değil, işlediği temaları zeki, etkili ve orijinal bir şekilde anlatabilmesi önemlidir. Ve “Korkuyorum Anne”de bunların hiçbirine rastlamak mümkün değil. Aynı “Kaç Para Kaç”ta olduğu gibi anlatmak istediklerini aynı bir çocuğa anlatır gibi basit tespitlerle ve gözüne sokarcasına anlatan film, bir yerden sonra aynı şeyleri tekrar tekrar izliyormuşunuz hissi uyandırıyor. Gereksiz sahne tekrarları dahil telefonda konuşan adam gibi bir kaç şeyi kırptığımızda rahatlıkla bir buçuk saate inebilecek filmdeki profesyonellike uzaktan yakından alakası olmayan müzik kullanımı ise filmin en büyük eksiği. Açıkçası bir yerden sonra müzikten gına geliyor. Tabii, bu filmde artık Erdem’in imzalarını farketmeye başlıyorsunuz. Bunların başında ise Erdem’in filmlerinde hayvanlara bolce yer verdiğini ve karakterlerinin olabildiğince karikatürize olduğu geliyor. Hayvan motiflerinin insanların da birer hayvan olduğunun altını çizdiğini söylemek mümkün. Öte yandan, filmde Bülent Emin Yarar kasap rolüyle güzel bir karaktere hayat verirken başroldeki Ali Düşenkalkar rolünde yetersiz kalıyor.

42. Antalya Altın Portakal Film Festivali

  • Behlül Dal Jüri Özel Ödülü (En İyi 3. Film)
  • En İyi Senaryo
  • En İyi Kurgu
  • En İyi Sanat Yönetmeni
  • En İyi Kostüm Tasarımı Ödülü

Senaryo: Reha Erdem, Nilüfer Güngörmüş
Oyuncular: Turgay Aydın, Arzu Bazman, Ali Düşenkalkar, Şenay Gürler, Bülent Emin Yarar, Köksal Engür
Görüntü Yönetimi: Florent Herry
Kurgu: Nathalie LeGuay
Orijinal Müzik: Abboud Abdel’Aal
Süre: 128 dk.
Ülke: Türkiye

NOT: F

 

BEŞ VAKİT (2006)

bes-vakit-filmdoktoruReha Erdem’in kariyerinde bir dönüm noktası olan “Beş Vakit”, yönetmenin bir önceki filmlerine kıyasla şaşırtıcı derecede başarılı tek kelimeyle harika bir yapım. Erdem’in ilk minimalist filmi olma özelliğini taşıyan filmde “Korkuyorum Anne”deki neredeyse tüm eksikler tamamlanmış durumda. Aynı bir önceki filminde olduğu gibi insani temalara dokunan Erdem, bu sefer temayı “Korkuyorum Anne”nin aksine yeterince etkili ve orijinal bir şekilde işlemeyi başarmış. Filmdeki en güzel şey ise çocuk oyuncular başta olmak üzere tüm kadronun ilk defa karikatürizeye kaçmayan performanslar sergilemeleri. Ayrıca, yine ilk defa olarak Erdem’in yönetmen ve anlatıcı olarak kendini gösterebilmesi de cabası. Yönetmenin imzası niteliğindeki hayvan motiflerinin sıkça yer verdiği filmde Çanakkale’nin Kozlu Köyü’ndeki ailelerinden yeterli ilgiyi görmeyen Ömer (Özen Özkan), Yakup (Ali Bey Kayalı) ve Yıldız’ın (Elit İşcan) zamansız ve çok da sağlıklı olmayan büyümesi anlatılıyor.

Özellikle dinamik kamera kullanımındaki görüntü yönetimiyle takdiri hak eden “Beş Vakit”, ülkemizde genellikle rastladığımız erkek çocuklarının büyüdükçe babalarının “aşırı” eleştirilerine maruz kalması durumunu harikulade bir şekilde ekrana yansıtıyor. Bu sorunun neredeyse nesilden nesile geçtiğine tanıklık ettiğimiz filmde örnek olarak Yakup babasından nasıl azar yiyorsa Yakup’un babası Zekeriya’da 70 yaşındaki babasından aynı şekilde azar yiyor. Sevgilerini göstermekten -belki zayıflık belirtisi olarak düşündükleri için- daima çekinen babaların dayağı en etkili araç olarak kullanması, aynı şekilde kendi anneleri tarafından acımasızca çekiştirilen annelerin kızlarını aynı şekilde çalıştırmaya zorlaması “Beş Vakit”in üstünde durduğu diğer önemli konular. Ebeveynlerin kendi hatalarının sonuçlarını çocuklarına yüklemeyi görev bildiği filmde bunu en güzel açıklayan sahnenin ise Yıldız’ın annesi tarafından kollarına verilen bebek kardeşini düşürdüğü sahne olduğunu düşünüyorum. Aile fertlerinin genelde bir çocuklarına daha çok zaafı olduğunu vurgulayan Erdem, tabii bu sırada köydeki harika yardımlaşmayı da seyirciye göstermeyi ihmal etmiyor. Bu arada, oldukça sade bir şekilde kaleme alınan filmin en büyük eksiği ise filmin Erdem’in önceki filmleri gibi gerektiğinden uzun olması. Aynı metaforların tekrar tekrar kullanıldığı filmin bir süre sonra kendini tekrar etmeye başlaması doğal olarak filmin daha ileriye gidememesine neden oluyor. Filmde yaşanan olayların karakterler üzerinde bıraktığı etki daha farklı bir şekilde seyirciye sunulsaydı belki film finale kadar daha taze kalabilirdi. Öte yandan, filmin finalinin de yeterince etkili olduğunu düşünmüyorum.

Erdem’in bir önceki filminde olduğu gibi tek temalı müziğin yerli yersiz defalarca kullanıldığı filmde bu sefer Arvo Pärt’ın senfonik parçalarına (“Silouans Song”, “Orient & Occident”, “Como Cierva Sedienta”) yer verilmesi açıkçası bu durumu biraz daha çekilir kılmış. Yani, bu filmde “Korkuyorum Anne”deki gibi korkunç derecede kötü bir müzik yok. Tek sorun zaman zaman yanlış müziğin yanlış yerde kullanımı ve devamlı aynı temaların tekrar etmesi. Bu arada, İmam karakterini canlandıran Bülent Emin Yarar yine oldukça güzel bir karaktere hayat verdiğini de belirtmek gerek.

Sonuç olarak “Beş Vakit”, Reha Erdem’in en iyi filmi olmakla beraber oldukça başarılı yerli yapımlar arasında da yerini alıyor.

Senaryo: Reha Erdem
Oyuncular: Özen Özkan, Ali Bey Kayalı, Elit İşcan, Bülent Emin Yarar, Yiğit Özşener, Taner Birsel, Selma Ergeç, Köksal Engür
Görüntü Yönetimi: Florent Herry
Kurgu: Reha Erdem
Orijinal Müzik: Arvo Pärt
Süre: 111 dk.
Ülke: Türkiye

NOT: B

 

HAYAT VAR (2008)

hayat-var-filmdoktoruReha Erdem’in ikinci minimalist filmi olan “Hayat Var”, depresif yapısıyla dikkat çeken içerik anlamında zengin ama oldukça zayıf bir film. “Beş Vakit”te olduğu gibi çocukların zamansız ve sağlıksız büyümesini İstanbul’un var olduğunu bilmediğimiz köşelerine uyarlayarak tekrardan seyirciye sunduğu filmde anne-babası ayrılmış, yatalak dedesi ve kaçakçılık ve balıkçılık yapan babasıyla yaşayan 14 yaşındaki Hayat’ın (Elit İşcan) ızdırap dolu hayatı anlatılıyor. Hayat’ın çektiği işkenceye seyirciyi ortak ederken amacına ulaşan filmde ses efektleriyle yaratılan metaforlar filmin fazlasıyla rahatsız edici yapısını destekleyen en büyük unsurlar olarak yerini alıyor.

Erdem’in karikatürize karakterlerine yeniden yer verdiği filmin en büyük eksiği film boyunca yapılan tek taraflı hayat alegorisi. Hayat denilen olgunun ne kadar anlamsız ve acımasız olduğunun vurgulandığı filmde Hayat’ın başına gelen ardı arkası kesilmeyen talihsiz olaylar bir yerden sonra etkileyici olamamakla beraber gerçekçi de değil. Yani, karakterlerin hayatlarında bir kere bile olumlu bir gelişme yaşanmadığı filmde “her zaman yağmur yağmaz” gerçeğinin tam tersi bir fikir sunuluyor. Ve tabii filmin olması gerektiğinden fazlasıyla uzun olan süresi de film boyunca aynı şeyleri tekrar tekrar izlememize neden oluyor. Aynı ses metaforlarının ve hayvan motiflerinin defalarca kullanıldığı filmde gerçekleşen aynı olaylar bir yerden sonra açıkçası kabak tadı veriyor. Finaline kadar monoton bir şekilde ilerleyerek belki hayatın monotonluğunu seyirciye anlatmak isteyen “Hayat Var”ın finali ise biraz da olsa filme hayat katmış.

Rahatlıkla bir buçuk saate inebilecek filmin en şaşırtıcı özelliği ise zaman zaman ortaya çıkan dublajdaki senkron sorunu. Bunu özellikle kadının gemiden atladıktan sonra Hayat’ın babasının kayığında konuştuğu sahnede görmek mümkün. Ses efektlerine bu kadar dikkat edilen bir filmde böyle bir hata gerçekten şaşırtıcı. Öte yandan, müziği bu sefer sadece dış ses olarak kullanan Erdem’in müzik kullanımı konusunda eleştirileri dinlediğini söylemek mümkün, yine de kullanım şeklini beğendiğimi söyleyemeyeceğim. Ses efektleri yerinde olsa da müzik filmin arabesk havasını daha da ağırlaştırmış.

Yabancılaşma, aile ve eşçinsellik gibi kavramlara sıradan bir şekilde değinen filmin en başarılı olduğu nokta kuşkusuz Hayat’ın sübyancı bakkal ile yaşadıklarını etkileyici bir şekilde ekrana yansıtabilmesi. Seyircide şok etkisi yaratan ima niteliğinde sahneler oldukça etkili. Üstüne üstlük insanların bakkalın yaptığı şeylere sessiz kalması durumu daha da sinir bozucu yapıyor; fakat filmin kendini tekrar eden yapısı bu özelliği de bir yerden sonra ne yazık ki sıradan hale getiriyor. Filmin biraz seyirciyi kendi haline bırakarak düşündürmeye itmemesi gerçekten rahasız edici. Sonuçta izleyici kitlesi çocuk değil.

Filmlerindeki sahne geçişlerinde belli ikonik sahnelere yer veren Erdem’in bu imzasına bu filmde de rastlamak mümkün. “Beş Vakit”te bunu çocukların yürüdüğü ve yerde uzandığı sahnelerle yapan Erdem, bu filmde geçişleri Hayat’ın mırıldandığı şarkıyla ve gemilerin boğazda ilerlediği görüntülerle yapıyor. Tabii, her filminde olduğu gibi insanların birer hayvan olduğu bu filmde de vurgulanıyor. Bu arada Elit İşcan’ın Hayat rolünde aynı film gibi oldukça ruhsuz bir performans sergilemiş. Performansında abartılacak bir durum olmaması İşcan’ın kariyerinin ne yönde ilerlediğine bakılarak da anlaşılabilir. Kısaca, içerik olarak zengin ama anlatım bakımından fazlasıyla eksik olan “Hayat Var”, kağıtta iyi durmakla yetinen bir yapım.

Senaryo: Reha Erdem
Oyuncular: Elit İşcan, Önder K. Açıkbaş, Erdal Besikçioğlu, Halim Ercan
Görüntü Yönetimi: Florent Herry
Kurgu: Reha Erdem
Süre: 117 dk.
Ülke: Türkiye

NOT: D+

KOSMOS (2010)

kosmos-filmdoktoru“Hayat Var”la birlikte filmlerindeki müzik kullanımını olabildiğince azaltarak o konudaki eksiğini kapatıp bu durumu ses efektleriyle desteklemeye devam eden Reha Erdem’in bir sonraki filmi “Kosmos”, şüphesiz yönetmenin teknik anlamdaki en profesyonel işi. Ses efektlerini aynı birer müzik gibi kullanarak sahnelere derinlik katmasını bilen Erdem, çok beğendiğim post-rock gruplarından biri olan A Silver Mt. Zion’ın muhteşem müzikleriyle filme seviye atlatmış. Zaten film sadece bir puanı sırf müziklerinden alıyor. Ama filmin asıl etkileyici özelliği “Kaç Para Kaç”tan beri Erdem’in filmlerinin görüntü yönetimini üstlenen Florent Herry’nin hayranlık uyandıracak görüntü yönetimi. Kars’ın soğuk katastrofik havasını seyircinin içine işleten Herry’nin renklerde yaptığı soluk pastel oynama seyirciye teknik anlamda gerçek bir sinema deneyimi sunuyor. Film, 46. Antalya Altın Portakal Film Festivali’nde film, yönetmen ve görüntü yönetimi dahil olmak üzere 4 dalda ödül aldı.

Erdem’in diğer filmlerinden farklı olarak fantastik ve gizemli bir masalı andıran “Kosmos”un en zayıf yanı ne yazık ki ana karakterinin işleniş biçimi. Adından da anlaşılacağı gibi evreni temsil Kosmos’un insanlara olan getirisi ve götürüsünün işlendiği filmde Kosmos’a yüklenen peygamber vasfı hikayeyi bir nevi post-modern bir İsa hikayesini dönüştürmüş. Hatta Kosmos’un çocuğun elini tuttuğu sahnenin tamamen Michelangelo’nun Tanrı’nın Adem’in elini tuttuğu “The Creation of Adam / Adem’in Yaratılışı” freskine olan bir gönderme olduğunu rahatlıkla söyleyebilirim. Kimsenin kim olduğunu bilmediği Kosmos’un İsa-vari iyileştirici özelliklerinin “The Green Mile / Yeşil Yol” (1999) filmini hatırlattığı hikayede karakterin seyircide yarattığı merak duygusu bir yere kadar işe yarıyor. Ta ki karakter konuşmaya başlayana kadar. Allah’ın adını dilinden eksik etmeyen karaktere yüklenen bu özellik ne yazık ki filmdeki mesaj verme kaygısını gözler önüne seriyor. Karakteri kolay anlaşılır yapmakla beraber üzerinde gizem örtüsünü kaldıran diyaloglar arttıkça film de gitgide o kadar batıyor. Erdem’in filmi seyirciye açıklama derdine düşüp düşmediğini bilmek zor ama eğer karakter hiç konuşmasaydı film çok ama çok daha iyi olabilirdi. Ve tabii her filminde olduğu gibi bu filmin de aşırı uzun süresini unutmamak lazım. Zaten yeterince güçlü olmayan hikayeyi daha da uzatmak filmi iyice zayıflatmış. Neyse ki yönetmenin filmlerinde çokça gördüğümüz tekrar olayı bu filminde o kadar fazla değil.

Her filminde olduğu gibi bu filminde de dini temalara yer veren Erdem’in hayvanlar ile insanlar arasında bir fark bulunmadığı mesajı bu filmde de devam ediyor. Hatta yönetmen bu filmle artık bu mesajını dinlendirmiş; çünkü bunu filmde direk Kosmos’un kendisi söylüyor. Öte yandan, hırsızlık yapan Kosmos’un doğaüstü yeteneklerine rağmen aslında bir insan olduğunun vurgulandığı filmde karaktere yüklenen hayvani davranışlar da paragrafın başında bahsettiğim düşünceyi destekler nitelikte. Erdem’in bu filmle insanları artık tamamen hayvanlaştırdığını da söylemek mümkün. Erdem’in bu filmdeki sahne geçiş şekli olan inek kesimi sahnelerinde hayvanların gözlerine yaptığı yakın çekimleri de belirtmeden geçmek olmaz. Kısaca, “Kosmos” içerik olarak belki o kadar etkili değil; fakat teknik açıdan kalitesini görmezden gelmek imkansız.

46. Antalya Altın Portakal Film Festivali

– En İyi Film: Reha Erdem

– En İyi Yönetmen: Reha Erdem

– En İyi Görüntü Yönetimi

– En İyi Ses Tasarımı

Senaryo: Reha Erdem
Oyuncular: Sermet Yeşil, Türkü Turan, Serkan Keskin
Görüntü Yönetimi: Florent Herry
Kurgu: Reha Erdem
Süre: 122 dk.
Ülke: Türkiye

NOT: C

 

JÎN (2013)

jin-filmdoktoruReha Erdem’in 46. SİYAD Ödülleri’nde En İyi Yönetmen Ödülü’ne layık görüldüğü yeni filmi “Jîn”, teknik anlamda en az “Kosmos” kadar başarılı içerik anlamında ise “Beş Vakit”in yanına yaklaşan yılın başarılı yerli yapımlarından biri. Kısaca “Jîn”in Reha Erdem’in “Beş Vakit”ten sonraki en iyi filmi rahatlıkla diyebilirim. “Hayat Var” ve “Kosmos” filmlerinde olduğu gibi ses efektlerinin oldukça etkili bir şekilde kullanıldığı filmde her Erdem filminde kendini geliştiren görüntü yönetmeni Florent Herry ise yine harikalar yaratmış. Karanlık sahnelerde zaman zaman ışıklandırma problemleri olduğu görülse de aydınlık sahnelerde inanılmaz bir görüntü yönetimi ortaya koymuş. Ayrıca, Erdem’in “Prisoners / Tutsak” filmindeki müziklerde çelloyu çalan Hildur Guðnadóttir imzalı müziklerle filmi desteklemesi yaratılan atmosferi daha üst seviyelere taşımış.

Erdem’in filminde olduğu gibi yine hayvan motiflerinin çokça görüldüğü “Jîn”deki sembolizmden bahsetmeyeceğim; çünkü Erdem, yakın tarihli söyleşisinde filmlerinde sembolizm bulunmadığını, filmdeki geyiğin geyikten başka bir şey olmadığını vurgulamıştı. Bu yüzden filmin metnine odaklanmak daha doğru olacak. Oldukça etkileyici bir açılış yapan filmde Erdem, daha doğuştan seçme şansı tanınmamış iki arada bir derede kalan 17 yaşındaki Jîn’in hayatta kalma mücadelesini anlatıyor. Kendi arkadaşlarını terk ederek dağlarda tek başına yaşamaya çalışan Jîn, aynı nenesine giden kırmızı başlıklı kız misali tehlikeli bir yolculuğa başlıyor. Birçok hayvanın bu yolculuğunda Jîn’e eşlik ettiği hikayede Erdem’in her filminde mutlaka altını çizdiği insanların hayvanlardan daha tehlikeli varlıklar olduğu teması ağır basıyor. Tabii bunu yaparken zaman zaman tartışma yaratabilecek sahnelere (evden çaldığı kitabın coğrafya kitabı olması gibi) de imza atmıyor değil.

Filmin en büyük eksiği ise Erdem’in her filminde olduğu gibi ikinci yarısıyla beraber tekrara başlaması. Tek başına yola koyulmasının hemen ardından Jîn’in başına gelen olaylar bir daire misali en azından son 15 dakikasına kadar tekrar tekrar seyirciye sunuluyor. Jîn’in bombalamadan sağ kurtulması, bu sırada bir hayvanla karşılaşması (hatta ona yardım etmesi) ardından insanların bulunduğu bir mekana ulaşması ve burada -her seferinde- tecavüze uğramaktan son anda kurtulması bir yerden sonra seyircide aynı şeyleri farklı şekillerde izliyormuş hissi uyandırıyor. Erdem’in insanların da birer hayvan olduğunun altını çizdiğini göz önünde bulundurursak Jîn’in son 15 dakikasında karşılaştığı ve yardım ettiği yaralı askerin ve girdiği evde yardım ettiği yaşlı kadının da bir nevi aynı işlevi gördüğünü söyleyebiliriz. Yine de filmin son dakikalarında altını çizdiği “kadın (Jîn) olma” teması filmin pozitif yanı olarak öne çıkıyor.

Sonuç olarak 2013’ün başarılı yerli yapımlarından biri olan “Jîn”, Reha Erdem’in de “Beş Vakit”ten sonraki en iyi filmi. Gücünü harika görüntü yönetimi ve etkileyici müziklerinden alan filmin tekrarcı yapısı ise filmin en büyük sorunlarından biri.

46. SİYAD Ödülleri

  • En İyi Yönetmen: Reha Erdem

Senaryo: Reha Erdem
Oyuncular: Deniz Hasgüler, Onur Ünsal
Orijinal Müzik: Hildur Guðnadóttir
Görüntü Yönetimi: Florent Herry
Kurgu: Reha Erdem
Süre: 122 dk.
Ülke: Türkiye

NOT: C+

Film Doktoru‘na göre Reha Erdem Filmleri Sıralaması

1. Beş Vakit (2006)

2. Jîn (2013)

2. Kosmos (2010)

3. Hayat Var (2008)

4. Kaç Para Kaç (1999)

5. A Ay (1988)

6. Korkuyorum Anne / İnsan Nedir Ki? (2004)

Peki, sizce en iyi Reha Erdem filmi hangisi?

Yorumlar

Loading Facebook Comments ...