the-butler-filmdoktoruGenelde fragmanlarına gıcık olduğum filmleri izledikten sonra beğenme gibi bir huyum olduğuna karar verdim. Özellikle bunu geçen seneki “Life of Pi / Pi’nin Yaşamı” ile yaşadıktan sonra… Gel gelelim bu sene de “The Butler”ın fragmanını izledikten sonra aynı duyguya kapıldım, hatta film izlemek için gittiğim sinema salonundan fragman bitene kadar çıktığımı hatırlıyorum. O derece kötü ve yapay bulmuştum. Zaten “Precious / Acı Bir Hayat Öyküsü”nün (2009) oldukça abartıldığını düşünen kişilerden biri olarak Lee Daniels’ın bir sonraki kendi deyişiyle de “çöp”ü andıran filmi “The Paperboy / Gazeteci Çocuk” (2012) da ben de pek olumlu etki bırakmamıştı. Tam Daniels’ın filmlerinin bana göre olmadığını düşündüğüm şu zamanlarda izlediğim “The Butler” ise fikirlerimin tamamen değişmesine sebep oldu.

Warner Bros.’un isim hakkını elinde tuttuğu için adı “Lee Daniels’ The Butler” olarak değiştirilen “The Butler”, Beyaz Saray’da uşak olarak yedi başkana hizmet eden Afrikan Amerikalı Eugene Allen’ın gözünden ırkçılığı, köleliği ve daha bir çok önemli tarihi olayları anlatan oldukça başarılı bir film. Forest Whitaker, Oprah Winfrey, Cuba Gooding Jr., Terrence Howard, Alan Rickman ve Robin Williams gibi ünlü isimleri bulunduran yıldız kadrosuyla ön plana çıkan filmde herşey Oscar’a yönelik hazırlanmış. İtinayla ilerleyen ağır temposu ve Whitaker’ın “The Last King of Scotland / İskoçya’nın Son Kralı” (2006) filminden sonraki en iyi performansıyla seyircinin gözünü bir an bile ayırmamasını sağlayan filmin Lee Daniels’ın da en iyi işi olduğunu söylemek mümkün. Yalnız filmin son yarım saatindeki Barrack Obama kampanyası filmin gidişatını derinden etkiliyor.

Cecil Gaines (Forest Whitaker) ve Carter Wilson (Cuba Gooding Jr.)
Cecil Gaines (Forest Whitaker) ve Carter Wilson (Cuba Gooding Jr.)

Eugene Allen’ın adının Cecil Gaines (Forest Whitaker) olarak değiştirildiği filmde Gaines’in oldukça zor bir çocukluk geçirdiğine tanıklık ediyoruz. 1920’lerde çiftlik işçisi olarak çalıştırılan annesinin (Mariah Carey) tecavüze uğramasının ardından babası öldürülen Gaines, çiftlik sahibi tarafından evine alınarak uşak olması için çalıştırılıyor. “Beyaz”ların yanında nasıl konuşması ve hareket etmesi gerektiği öğretilen Gaines, zamanla yaptığı işte o kadar ustalaşılıyor ki, hizmetinden memnun kalanların önerileri sayesinde kendini Beyaz Saray’da buluyor. Karısı Gloria (Oprah Winfrey) ve iki çocuğuyla yaşayan Gaines, engellere rağmen yükselişine Beyaz Saray’da da devam ederek Dwight D. Eisenhower’dan Ronald Reagan’a tam tamına yedi başkana hizmet ediyor. Çocuklarını her şeyden çok seven Gaines, bir yandan ailesini her türlü zorluğa rağmen korumaya çabalarken bir yandan da ABD’deki ırkçılığın ne yönde ilerlediğine yakından inceleme fırsatı buluyor. Gaines’in karşılaştığı zorluklar tabii sadece ırkçılık ve kölelikle kalmıyor. Bir yandan protesto ve direniş harekatlarına katılan büyük oğlu Louise’i (David Oyelowo) korumaya çalışan Gaines, diğer yandan Vietnam Savaşı’na gitmek zorunda kalan oğlu Earl’i merak ederken evine fazla vakit ayırmadığı için rahatsız olan karısını da memnun etmeye çalışıyor. Bu sırada da biz de seyirci olarak 1920’lerden günümüze kadar olan ABD tarihine genel olarak bakma şansı buluyoruz.

ABD’nin süregelen utanç kaynağı olan kölelik ve ırkçılığı kuşkusuz Hollywood her sene defalarca işlemekte ve filmler çoğunlukla birbirine benzediği için yeterli ilgili görememekte. Fakat Lee Daniels’ın konuyu öyle bir şekilde ele almasını bilmiş ki, filmi izlerken konu hakkında daha önce beyaz perdede pek rastlamadığımız şeyleri izleme fırsatı buluyorsunuz. Siyahi vatandaşların restoranlarda yaptığı oturma eylemlerinden Freedom Ride’a kadar her türlü önemli insan hakları harekatına, Ku Klux Klan’ın yaptığı ırkçı eylemlerden Black Panthers / Kara Panter Partisi’nin karşı koyma çabalarına gibi her türlü önemli detaya rastlamak mümkün. Bu sırada Daniels, Vietnam Savaşı’na, Martin Luther King Jr. ve John F. Kennedy suikastine, siyahi vatandaşların “Guess Who’s Coming to Dinner” ile Oscar kazanan Spencer Tracy hakkındaki düşüncelerine ve ABD’nin Güney Afrika’daki Apartheid’e olan tutumlarına dahil çoğu şeye dokunmayı ihmal etmiyor. Neredeyse bir almanağı andıran film, doğal olarak ilk siyahi Başkan Barrack Obama’nın seçimiyle gelen “değişim”le filme noktayı koyuyor. Konu hakkında fazlasıyla önem taşıyan bu kısmın işleniş biçimi ise ne yazık ki Obama kampanyasının ötesine gidemiyor ki, salondaki çoğu izleyicinin alkışladığını düşünürsek filmin son yarım saatindeki milliyetçi yapısının pek iyi olmadığını söylemek mümkün.

Daniels’ın kırmızı tonu ağırlıkla kullandığı görüntü yönetimine daha alıştığımı söyleyemem, ama filmin sanat yönetimi ve Ruth E. Carter imzalı kostüm tasarımı Oscar’larda kendine yer bulabilir. Gerçi filmin en Oscar’lardaki en iddialı kategorileri kuşkusuz erkek oyuncu ve yardımcı kadın oyuncu kategorileri. Yukarıda da bahsettiğim gibi Forest Whitaker’ın “İskoçya’nın Son Kralı”ndan sonraki en iyi performansını verdiği filmde Daniels’ın Gaines karakterine kattığı “Forrest Gump” havası gerçekten hoş, ama yenilikçi mi dersek tabii ki hayır. Öte yandan, Oprah Winfrey Gloria olarak inandırıcı ve güçlü bir performans sergilemiş. Eğer yardımcı kadın oyuncu yarışı yoğun olmazsa ilk 5’te kendine yer bulması zor değil; fakat alabileceğini şu an için düşünmüyorum. Filmin asıl sürprizi ise başkanlara hayat veren ünlü yan oyuncular. Robin Williams’ın Dwight D. Eisenhower’a, James Marsden’ın John F. Kennedy’e, John Cusack’in Richard Nixon’a, Liev Schreiber’ın Lyndon B. Johnsoner’a, Alan Rickman ve Jane Fonda’nın Donald ve Nancy Reagan’a hayat verdiği filmde oyuncuların filme renk attığı bir gerçek; fakat başkanları ne kadar iyi canlandırdıkları tartışılır. Açıkçası ben başkanların biraz karikatürizeleştirildiği ve tam gerçeği yansıtmadığı görüşündeyim. Ayrıca, filmin bu kadar fazla olayı ele almaya çalışması doğal olarak her şeyi derinlemesine anlatamamasına neden oluyor. Açıkçası “The Butler” bana kalırsa dizi olarak daha iyi bir işlev görebilirmiş. Böylece seyirciye tek taraflı bir tarih yorumlaması yapmak zorunda kalmazdı.

James Holloway (Lenny Kravitz), Carter Wilson (Cuba Gooding Jr.) ve Cecil Gaines (Forest Whitaker)
James Holloway (Lenny Kravitz), Carter Wilson (Cuba Gooding Jr.) ve Cecil Gaines (Forest Whitaker)

Özetlemek gerekirse; Forest Whitaker’ın oldukça başarılı bir performans sergileyerek sırtladığı “The Butler”, ırkçılığa biraz da olsa farklı bir şekilde işlemeyi başaran yılın başarılı yapımlarından biri. Lee Daniels’ın en iyi filmi olmakla beraber ABD yakın tarihine genel olarak bakmak isteyenler için ideal bir film olan “The Butler”ın bu kadar geniş zaman dilimini incelemesi ise filmin tüm konulara gerektiği kadar zaman ayıramamasına neden oluyor. Yine de almanak niteliğindeki bu film, seyirciye kaliteli bir sinema keyfi sunmakta.

Yönetmen: Lee Daniels
Senaryo: Danny Strong, Wil Haygood (makale)
Oyuncular: Forest Whitaker, Oprah Winfrey, John Cusack, Alan Rickman, Robin Williams, Liev Schreiber, Mariah Carey, Cuba Gooding Jr., Terrence Howard, Lenny Kravitz, David Oyelowo, James Marsden, Jane Fonda, Vanessa Redgrave
Görüntü Yönetimi: Andrew Dunn
Kurgu: Joe Klotz
Sanat Yönetimi: Lori Agostino, Erik Polczwartek, Jason Baldwin Stewart     
Kostüm Tasarımı: Ruth E. Carter
Orijinal Müzik: Rodrigo Leão
Süre: 132 dk.
Ülke: ABD

NOT: C+

Yorumlar

Loading Facebook Comments ...