Cannes Film Festivali’nde en büyük ikinci ödül alan Grand Prix’i aldıktan sonra dikkatleri fazlasıyla üstüne çeken Coen kardeşlerin yeni filmi “Inside Llewyn Davis / Bana Şarkılarını Söyle” yılın en merak ettiğim filmlerin başında geliyordu. Filmin Coen kardeşler tarafından yönetilmesinin yanında Cannes Film Festivali’nde aldığı ödülün de bu merakımın artmasında büyük payı oldu; fakat asıl olay filmin Coen kardeşlerin son yıllardaki bir harika bir o kadar da harika olmayan film yapma sırasındaki harika kısmına denk geliyor olmasıydı. Beklentiler boşa çıkmadı.
Joel ve Ethan Coen’in yine su gibi bir senaryoya imza attıkları “Inside Llewyn Davis / Bana Şarkılarını Söyle”, üst metinde folk şarkıcısı Dave Van Ronk’ın anılarından esinlenilerek yaratılmış bir folk şarkıcısını anlatan muhteşem bir kara komedi olarak karşımıza çıkıyor. Coen kardeşlerin ezelden beridir gelen o muhteşem komik mizahı bir an bile elinde bırakmayan filmin depresif havası ana karakterin hayatıyla bir bütünlük taşıyor adeta. Oscar Isaac’in harika performansıyla öne çıktığı filmin meşhur kedi Ulysses’le ortaya çıkan referansı ise filmin en büyük kozu. Lakin Coen kardeşlerin neden bu kadar iyi bir senarist olduklarını tekrardan anlamamıza yardımcı oluyor.

Müziğe aşık olduğu için müzik yapan bir karakter olan Llewyn Davis, herkes gibi büyük umutlarla New York’a gelmiş; fakat bulunduğu ana kadar beklediğini bulamamış bir folk sanatçısıdır. Geçimini çıktığı ikinci sınıf barlarda çalarak sağlamaya çalışan hatta sağlayamadığı için kendine ait bir evi bulunmayan bir karakter. Gözle görülür yeteneğine rağmen seçtiği müzik türü yüzünden hep ikinci plana atılan Llewyn Davis, yine tanıdığı birinin evinde kaldığı bir gün evden çıkarken evin kedisi Ulysses’i evde tutamaz ve yanına almak zorunda kalır. Fakat Ulysses ondan da kaçmayı başararak New York sokaklarında kaybolur. İşte bu noktadan itibaren Llewn Davis de aynı kedi Ulysses gibi kendini bulma yolcuğuna çıkar. Aynı Homeros’un Odyssey / Odesa destanındaki Odysseus’un yolculuğu gibi; fakat bu Odysseus yani Ulysses, bizim bildiğimiz Odysseus’tan çok bu karakteri 19.yy’ın içerisine yerleştirirken kendi hayatından bir takım detaylar katan Alfred, Lord Tennyson’a aittir. Hatta ta kendisidir. Lord Tennyson’ın şiirinde Odysseus’un yolculuğu kişinin kendi hayatını gözden geçirdiği bir yolculuğa dönüşmekle beraber Lord Tennyson, kendi yaşantısında düşük geliri olduğu için yaşam savaşı veren biridir. Bu durumdan dolayı sorumlulukları altında ezilmesi de cabası. Fakat ikisini bir yapan en şaşırtıcı özellik ise ikisinin de en yakın arkadaşını kaybetmiş ve bunu atlatamamış olmasıdır. Bu arada, şiirde Ulysses’in uzun yolculuğundan evine dönmüş olduğunu da unutmamak gerek; çünkü Llewyn’in bu yolculuğunun tamamı eve dönmek üzerine kurulu. Zaten filmin sonunda da Llewyn’in o harika hüzünlü iç burkan sahneyle eve dönmeye karar verir ve sokaklarda kaybolan kedi Ulysses de nasıl olduysa evinin yolunu bulur.
Sanat yönetimi ve kostüm tasarımlarıyla geçtiği dönemi tam anlamıyla ekrana yansıtan “Sen Şarkılarını Söyle”deki Llewyn’in yolculuğu ben bir nevi New York’un da de bir özeti olarak görüyorum. O kadar uğraşlarına rağmen sırf kendisi olduğu için emeğinin karşılığını alamayan Llewyn’in sonunda evine dönmeyi karar vermesi insanın içine işliyor. Tüm bu melankolinin içinde yine güldürmeyi başaran Coen kardeşlerin kara mizahı ise filmin en harika noktalarından biri. John Goodman’ın tuhaf karakterinden eve yanlış kedi getirmesine kadar her detay nokta atışı olmuş. Bir de bunların üzerine eklenen harika şarkılar var tabii, bir süre sonra kendinizi sıcak sulara bırakır misali filmin içine bırakıyorsunuz. Yalnız bir yerden sonra filmin geneline hakim olan melankoli yerini depresif bir havaya bırakıyor, bu da Coen kardeşlerin her zaman yaptığı hamlelerden biri zaten. Tabii, filmin atmosferinin en büyük mimarlarından biri de kuşkusuz görüntü yönetmeni Bruno Delbonnel. “Harry Potter and the Half-Blood Prince / Harry Potter ve Melez Prens”te (2009) olduğu gibi yine harikulade bir işe imza atmış. Oscar adaylığını kesinlikle hak ediyor. Bu arada, yukarıda bahsettiğim gibi filmin asıl yıldızı Oscar Isaac, ama diğer oyuncular da bir o kadar başarılı. Özellikle Roland Turner rolündeki John Goodman ve James Dean bozması Johnny Five rolündeki Garrett Hedlund ikilisi harika. Justin Timberlake ise kariyerine bir kaliteli film daha eklerken rolünün avantajını güzelce kullanıyor.

“Inside Llewyn Davis / Bana Şarkılarını Söyle”, bir adamın kendini bulma yolculuğunu melankolik ve felsefik bir şekilde seyirciye sunan yılın ve Coen kardeşlerin en iyi filmlerinden biri. Coen kardeşlerin meşhur kara mizahının hakim olduğu filmde Oscar Isaac’in performansı ise oldukça başarılı. Teknik açıdan döneminin ruhunu tam anlamıyla yansıtan filmi izlerken bir süre arkanıza yaslanıp kendinizi güzel parçaların kıyılarına bırakacaksınız.
Oscar Adaylıkları
- En İyi Görüntü Yönetimi
- En İyi Ses Miksajı
Cannes Film Festivali Ödülleri
- Grand Prix
Yönetmen: Ethan Coen, Joel Coen
Senaryo: Ethan Coen, Joel Coen
Oyuncular: Oscar Isaac, Carey Mulligan, John Goodman, Justin Timberlake
Görüntü Yönetimi: Bruno Delbonnel
Kurgu: Ethan Coen, Joel Coen
Süre: 104 dk.
Ülke: ABD
NOT: A-
Yorumlar