Zamanında eleştirmenlik yapmış yönetmen Miguel Gomes yönetmenliğindeki Portekiz yapımı “Tabu”, Portekiz’in Afrika’daki sömürgeciliğini klasik ve tutkulu bir aşk hikayesinin üzerinden anlatan yılın en deneysel yapımlarından biri. Vicdan temasını harikulade bir şekilde işleyen filmi Hermann Hesse’nin “Thoughts on The Idiot by Dostoevsky / Dostoyevski Nasıl Okunmalı?” (1919) kitabındaki vicdan ile ilgili şiirinin uyarlaması olarak tanımlamak mümkün. Siyah beyaz ve zaman zaman sessiz yapısıyla 2011’in en iyi filmlerinden biri olan “The Artist” ile benzerlik taşıyan filmin 62. Berlin Film Festivali’nde Alfred Bauer ve Fipresci Ödülü bulunmakta.
Afrika’da karsının hayaletini gördükten sonra kendini timsahlara yem eden bir adamın kısa hikayesiyle açılış yapan film, bu önsözle sömürge altında olan Afrikalıların “beyaz adam”a bakış açısını gösteriyor. Vicdan azabına dayanamayan adamın suya atlamasıyla bayram eden Afrikalılarla trajikomik bir sahneye imza atan Gomes, filmi ardından ilk bölüm olan “Kayıp Cennet” ile bağlıyor. 35 mm ile çekilen bu bölümde tanıklık ettiğimiz şey ise yaşlı bir kadın olan Aurora’nın son günleri. Kumar borcu yüzünden zor günler geçiren Aurora’nın geçmişte yaptığı şeylerden ötürü vicdan azabı çektiği filmde Aurora, ona yardım eden komşusu Pilar’a geçmişte birini öldürdüğünü itiraf ediyor. Gittikçe durumu kötüye giden Aurora’nın Pilar’dan tek isteği ise son bir defa da olsa Ventura denen kişiyi hastaneye getirmesi oluyor.

İkinci bölüm olan “Cennet” ile hem zamanda hem de teknolojide geriye giden Gomes, bu kısmı 16 mm çekerek sessiz sinemanın sembolü olarak gördüğü F. W. Murnau’ya ve sinemanın sessiz yıllarına saygı duruşunda bulunuyor. Bölüm isimleriyle Murnau’nun “Tabu: A Story of the South Seas / Tabu: Güney Denizlerinin Hikayesi” (1931) filmine de gönderme yapmaktan çekinmeyen Gomes, bu bölümde hikayeyi anlatan yaşlı Ventura’nın sesi, dış sesler ve müzik haricinde hiç bir diyaloğu seyirciye sunmuyor. Aynı “Artist” filmindeki George Valentin’in sesinin olmadığını farkettiği sahne gibi… İzleyiciyi dış sesle daha doğrusu sessizlikle başbaşa bırakan Gomes, hatta bizi bir ara Ventura’nın kendi kamerasıyla zamanda biraz daha geriye götürüyor. Yoruma açık timsah metaforuyla hikayenin ve karakterlerin ne kadar eski olduğunu yansıtmak istediğini düşündüğüm Gomes’in film boyunca büyük oynamaması ise doğal olarak “Tabu”yu daha öteye götüremiyor. Zaten filmin de böyle bir iddiası yok. Aynı uzun yıllar yaşamış bir timsahın yaşı kadar antika olan filmde eski filmlerde kullanılan bir çok tekniği görmek mümkün. Bu arada filmin seyircide bıraktığı en güzel duygu ise “Tabu”nun 2012 yılına ait bir film olduğuna inanmanın zorluğu.
İzledikçe daha fazla şey bulacağınız filmin hikayesi ise oldukça nostaljik ve melankolik. Genç Aurora ile genç Ventura’nın yasak aşkına tanıklık ettiğimizde ikinci bölümde çiftin Afrika’daki Tabu Dağı’nda tanıştığını ve birbirlerine deli gibi aşık olduklarını görüyoruz. Aurora’nın kocasını bırakaması ve fırsat buldukça Ventura’yla olan kaçamaklarına devam etmesi ikisinin de çaresizliğini gösterir nitelikte. Doğanın melankolik sesiyle ilerleyen hikayede kocasını aldatan Aurora ve Ventura’nın üzerindeki ağır vicdani yüke eklenen cinayet ise her şeyi daha da zora sokuyor. Birbirine kavuşamayan çiftin ilişkilerinden hiç bir zaman pişmanlık duymadıklarını söylemeleri; fakat kavuşmak için gereken çabayı harcamamaları ise durumu açıklar vaziyette. Doğru ile yanlışın durmadan sorgulandığı “Tabu”da her karakterin kendine ait suç tanımının bulunması da öne çıkan detaylardan. Öte yandan, kolonyalizmi başarılı bir şekilde eleştiren filmin olması gerektiğinden uzun süresi zaman zaman hikaye anlatımını olumsuz yönde etkilediğini belirtmek gerek. Yine de oyuncu performanslarıyla durumu kurtaran filmde özellikle Carloto Cotta ve Ana Moreira’nın doğal performansları öne çıkıyor.

Sonuç olarak büyük oynamamasına rağmen sömürgecilik gibi büyük sorunları eleştirebilen “Tabu”, nostaljik bir aşk hikayesini melankolik ve antik bir şekilde işleyen yılın en özgün yapımlarından biri. Vicdan temasını hiç olmadığı gibi işleyerek kendini özel bir yere koymayı başaran filmin en güzel özelliği ise sinemaya saygı duruşu niteliğinde olması.
Yönetmen: Miguel Gomes
Senaryo: Miguel Gomes, Mariana Ricardo
Oyuncular: Teresa Madruga, Laura Soveral, Ana Moreira, Carloto Cotta
Süre: 118 dk.
Ülke: Portekiz
NOT: B+
Yorumlar