Gabriel Garcia Marquez’in Büyülü Gerçekçilik akımından birazcık sıyrılarak Rus Romantik akımına kaydığı hissi uyandıran “Kolera Günlerinde Aşk / Love in the Time of Cholera / El amor en los tiempos del cólera” için yazarın şu ana kadar okuduğum en olgun eseri olduğunu rahatlıkla söyleyebilirim. Olacak olan olayları baştan vererek klasik Marquez imzası taşıyan hikayenin ana metninde kolera temasıyla aşk metaforu yapılıyor. Aşkın insan üzerindeki etkisini kolerayla benzeştiren Marquez’in kitabın finalinde Florentino Ariza ve Fermina Daza’nın bulunduğu gemiye kolera bayrağı çekmesiyle bunu net bir şekilde okuyucuya aşılıyor. Buna ek olarak aşkın yanı sıra yaşlılığı da odak noktasından düşürmeyen Marquez, yıllar süren destansı bir aşk hikayesi yaratmaya çalışırken karakterlerin ana dürtülerinde ise gerçekçilikten sıyrılarak pembe diziyi andıran büyülü denizlere yelken açıyor. Gençliğin ateşiyle Florentino’ya aşık olan Fermina Daza’nın yıllar sonra onu tek kalemde çizip atması, ardından çok sevmese de mantıklı gelmesi sebebiyle Dr. Juvenal Urbino’yla evlenmesi ve Urbino’nun ölmesiyle Florentino’nun değerini anlaması arkasındaki dürtüleri özümseyebilmek çok mümkün değil. Bu yüzden sülü kaleminin büyüsüne kendinizi kaptırdığınız takdirde vazgeçilmez olabilecek yazarın bu en olgun eseri olan “Kolera Günlerinde Aşk”, “Yüzyıllık Yalnızlık” gibi yenilikçi bir deneyim sunmayarak kendini daha kabul edilebilir bir tarafa koymayı başarıyor.

Yorumlar

Loading Facebook Comments ...