DC’nin geçen seneki rezaletinden sonra bu sene vizyona girecek olan “Wonder Woman” ve “Justice League”den beklentiler iyice düşmüştü. Açıkçası ben bu sene DC’nin tüm projesinin helvasını yeriz diye düşünmüştüm ama “Wonder Woman” büyük bir sürprize imza atarak DC için günü kurtardı. Tüm seriyi kurtarabilecekler mi bunu “Justice League”le göreceğiz. “Wonder Woman”ın türünün örneklerinden aslında bir farkı yok. Mitolojik bağlantılar taşıyan geri hikayesi her ne kadar değiştirilmiş (Ares’in tüm tanrıları öldürmesi gibi) olsa da film için farklı bir hava yaratmayı başarıyor. Wonder Woman’ın Diana Prince olma süreci yine bilindik bir şekilde olabildiğince kahramanca beyazperdeye taşınıyor. Zaman zaman rahatsız eden ucuz diyalogları ve seyircinin genellikle beğendiği bilindik formülleri uygulayan klişe olay örgüsüyle filmi tamamlıyor. Filmden çıktıktan sonra keyif almış hissediyorsunuz. Üstüne üstlük olay örgüsünde zekice bir şaşırtmaca bulunmamakla beraber kötü karakteri de bir o kadar akılda kalmayacak kadar zayıf. Peki Wonder Woman’ı bu kadar özel kılan ne? Tabii ki kendisi beyazperdeye taşınan ilk süper kadın kahraman olmasının yanında yönetmeninin de kadın olması. İşte bu noktada filme farklı bir açıdan bakmamız gerekiyor. Türünün ilk örneği olmasından ötürü “eksiklerine rağmen” Wonder Woman bence feminist sinema açısından sahip çıkılması gerekilen bir film. Filmde şu anki ataerkil toplumda kadınlara dayatılan bir sürü saçmalığı sembolik bir şekilde seyirciye verebiliyor Jenkins. Diana Prince’ın stereotype kadın kıyafetlerinde rahat edememesi, buna izin veremem diyen bir erkek karaktere senden mi izin alacağım şeklinde çıkışması ve bir grup erkek askerin tartıştığı yerde dobra dobra konuşup ağızlarının payının vermesi bunlardan birkaçı. Benim ise en etkilendiğim sahne Wonder Woman’ın hiçbir erkeğin geçemediği cephede tüm erkekler tarafından ateş açıldığı sırada kalkanıyla hepsine karşı çıktığı o metaforik sahne. Perspektifi değiştirerek baktığımızda bu sahnede erkeklerin dünyasında ayakta kalmaya çalışan bir kadın görüyoruz. Bu açıdan bu sahneyi çok güçlü bulduğumu belirtmeliyim. Tabii ki filmin feminizm açısından yine bir sürü eksiği var; fakat türünün ilk örneklerinden biri olmasından yola çıkarak bence eldeki bir sıfırdan iyidir. Öte yandan, Gal Gadot her ne kadar oyunculuk açısından sıkıntılar yaşasa da karakterine yakışıyor. Umarım ilerleyen senelerde daha iyi performanslarla kendisini izleriz. Müzikleri Hans Zimmer’dan devralan Rupert Gregson-Williams ise genel olarak başarılı bestelere imza atmış; ama Zimmer’a yetişmesine daha çok var. Kısaca “Wonder Woman” DC’nin en ikonik karakterlerinden birini ilk defa ekrana taşımasının yanında ilk kadın süper kahraman olmasından dolayı sahip çıkılması gereken yılın genel olarak başarılı filmlerinden biri. Eksiklerine rağmen özellikle genç izleyici kitlesinin idolü olacağına kuşkum yok.